Her şey HAKK’ın takdiriyle cereyan eder, bu dünya yüzünde...
Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol!
Gösterişten çekin, sadelikten güç al!
Yamalı elbiseyle dolaşmaktan çekinme!
Öldürmek insana şeref kazandırmaz.
Öldürmek cesaret işi değildir.
Korkakların işidir...
Her şeye karşı iyi davranmanız ancak size şeref kazandırır.
Eğer şerefin hakiki mahiyet ve mânâsını ögrenmişsen...
Savaş, işlenen cinâyetlerin günahını örten bir kelimedir.
Kin insanın acısını azaltmaz, intikam başka birinin acısını çoğaltır, ondan sonra tekrar kin doğar, bu sürer gider.
“Nefret tuzlu su içmek gibidir içtikçe susuzluğun artar”.
Dünya olaylarla doludur.
Kitleden aileye, aileden ferde kadar.
Bu olaylarda kafa ile hareket edilecekler vardır.
Yürekle hareket edilecekler de vardır.
Bunları bilmek gerek...
Bunları tefrik edemeyenler çoktur.
Bakarsın büyük bir adam bunu tefrik edemez küçültür.
Küçük biri tefrik eder büyür.
Uygarca kazandıramazsan haklı bir meselede kendini, zorbalık gibi görünen bir hadise yaratır.
Burada hadiseye sebep olanları suçlamamak lâzım geldiği hâller var olabilir.
Bazen bıçaklanmak, kaçmaktan hayırlı olur.
Bazen savaşmak, zorbalarla tartışmaktan daha iyidir.
Bazı hadiselerde insanlar aynı çukurun insanlarıdırlar, aynı çamurdan oyuncaklarını yapmaya savaşırlar.
Böylelikle kendilerini rezil ederler.
Insan yuvarlak bir taşa basarsa düşer, suç tasda değildir.
Fakat taş orada olmasa insan düşmeyebilir.
Bazı şeyleri önlemek gücümüzün dışında kalır.
Alışılmışın dışına çıkmak lâzımdır.
Hatalar bazen bağışlanacak hududun dışında kalır.
Zaferi kavgada mı aramalı, yoksa kavga etmede mi aramalı?..
Ölüm insanı tedirgin etmez:
İnsanı tedirgin eden ölüm korkusudur.
Rüyadan uyanmadıkça rüyanın rüya olduğunu anlamadığımız gibi, ölümde sır olduğunu anlayamayız ölmeden...
Vücudun değil, ruhun tehlikeye girmeden mücadele etme.
Ruh tehlikeye girerse o zaman ruh savaşçı bir ruh olmalıdır.
Her insan ölümü kendi aynasında görür.
Gözünün gördüğü, gözünü kapattığın zaman uçar gider.
Ruhun, ışık olmadığı zaman da görür.
Ateş buzla savaşırsa kim galip gelir bilir misin; buz erir su olur, su da ateşi söndürür.
Hangi ateş var ki “SU” ya sonunda mağlup olmasın?..
Ağaç ormanda devrilirse gök gürültüsü gibi ses çıkarır.
Ormanda kimse yoksa sesi kimse duymaz.
Amma yine ağaç yıkılmıştır.
Erenlerin izini takip edip yürüyen kişi noksana ermez.
Gönlü yücelmiş kimse kâinatdaki bütün sesler, renkler ve kokuları bizim fark edemeyeceğimiz vitrinlerden alırlar...
Ağaçlar insana birşey mırıldanır, bunu çok az kimse anlar.
Anlayan kimse o zaman balta ile ormana giremez.
Sakin bir asâlet engin bir vakar içinde senelerce oldukları yerde topraktan kudret ve kuvvet alıp HAKK’a doğru büyürler, asâletlerini devam ettirirler. Sabır kelimesinin ifade edemediği tanrısal bir sabırla...
İnsanlar onları seyrederler, ihtiyarlarlar, nesiller söner fakat onlar ömürlerini devam ettirirler. Birini küçülterek birini büyültmek doğru değildir.
Bir kayığın küreği ne kadar sert olursa olsun suyu asla kesemez.
Örümcek ağı bir nefeste yok olacak inceliktedir amma örümcek için yine ehemmiyetlidir. Dünyada nice kardeşlerin var, onları senin anan doğurmamıştır.
Kışın geyiklere yardım etmek gerek, onlar yiyecek saklamasını bilmezler.
Cesedinle dünyada, gönlünle sonsuzlukta ol!
Günahkâr, iddiacıdan daha hayırlıdır.
Çünki birincisi tövbe kapısını çalarken, ikincisi de iddia tuzağına mahkûmdur.
Kızılderili dilinde kahramanlık ifade eden bir kelime yoktur.
Bunun yerine “insan” vardır.
Görünmeyen insan, elimizde olmayan bir şey vardır.
Kader...
İki üç sayfalık bu sözler HAKK’ın âyet ve Resûlü Ekrem’in hadîslerinin hakiki insan ruhunda akseden adetâ tercümeleridir.
Bu malzeme ile HAKK’ın takdiri anlatılacaktır.
Resûlullah Efendimiz bir hadîsinde;
Hz. Ömer hakkında:
“Şeytan Ömer’in girdiği sokağın ucundan kaçar.
Her ümmette mülhimûn denilen ilhama maahar zâtlar vardır.
Benim ümmetimde de Ömer onlardandır.
Eğer benden sonra nübüvvet devam etmiş olsaydı Ömer muhakkak nebî olurdu!”
Ömer halife olduğu zaman şöyle dua etmiştir:
“Yâ RABBi! Sertim, bana biraz rıfk-ı mülâyemet ver!
Yâ RABBi! Zayıfım bana kuvvet ihsan eyle!
Yâ RABBi! İdaresini üzerime aldığım bu milleti doğru yola irşad için bana kuvvet bahşeyle!”
Bu koca Ömer birgün :
“ALLAH’ım! Pek ihtiyarladım, uğrunda arzunca çalışamaz hâle geldim.
Artık bu dünyadan beni al!..”
Yürek kınından sıyrılan bu yalın dilek yerine ulaştı.
Kabul olundu ve şehid edildi.
Hem de en büyük mertebede ve makamda Hattab oğlu Ömer...
Sabah namazına kalktı o günde, sırtında yamalı maslak.
Boy mu dedin Ömer’de bârek ALLAH.
Belinde kalın bir kuşak, arasında kocaman birhançer.
İşte Hattaboglu Ömer; keskin bakış, değirmi sakal, burun kartal, çekik ve aydın bir cehre. Geniş alın, Mabed.
İçi dışı Kur’ân.
Tâhâ. Ezan. Muhammed.
Gövde yapısı HAKK’ın tasdikli tapusu granit bir azade kapısı...
Gün doğmamış daha, Çoban yıldızı Veddua âyetindeki mücevher yıldız. “Kuşluk vaktine andolsun Ey Muhammed! RABB’in seni ne bıraktı, ne de sana darıldı.
Doğrusu âhiret senin için dünyadan daha hayırlıdır.
Sakın öksüze kötü muamele etme ve sakın bir şey isteyeni azarlama.
Yalnızca HAKK’ın nimetini anlat!”
Ömer bu âyeti okuyordu.
Çıktı evinden.
Vardı mescide.
“ALLAHUEKBER! ALLAHUEKBER!” haykırıyordu adetâ Bilâl’ın sesi.
Tanrı huzuruna saf olmuşlar, bekliyorlardı Resûl’ün sahabeleri...
Bunlar;
İmam Halife Ömer, yine kılınıyor namaz.
Havayı dolduruyor ilâhi bir hazz.
Sanki mescidde kimse yok gibi.
Amma sonsuzlukla dopdolu, duyan için bu ne demek.
Ağızlan HAKK rızası için kapalı, sahabelerin hâli...
İçleri ALLAH ile dolu, vücudları Resûlullah’ın ruhaniyeti ile okşanıyor, yetmez mi bu... Hepsi dolmuş bir dokun hele, bak gözleri HAKK’ın sevdiği sessiz yaşlarla dolu.
Hepsi Resûlullah’m nazar-ı akdesiyle yıkanmış ulu kimseler...
“Kendi kazancımı bile vücudum kabul etmiyor!” diyen yıldız sahabeler...
Nerede kaldı başkasını...
Hakikati görmeyenlerin gözlerinde ancak muhal sayılacak, akıl ile varılamayacak bu hâl. Aralarında sanki İslâmiyet-i âlem, Resûli Ekrem.
Ön safta sinsi bir Acem 45-50 yaşlarında, Firuz ibni sersem.
Sıkmış avuçlarında malûm cembiyesini.
Ha kıydı ha kıyacak yer yüzünün hayırlı insanına.
Yampiri yampiri sokuldu yanına, suratı böğrü!..
İşte deşilecek yeri Ömer’in...
Nasıl çekdi göstermeden, indiriverdi gizli ve hırsızcasına.
Tanrı evinde, masuma: “Al!” dedi, bir.
Dişleri gıcır gıcır ol da, yerin dibine gir!
İki büklüm oldu hemen: “Ah!!!”
Bu muydu mükâfat, bu mu heyhat?
Herkes herşeyden habersiz, ne bir Evliyâ kerameti, ne murakabe, ne rüya, sezemedi kimse bu şenaati.
Önünde inen âyetler gövdesine olmamışlardı siper.
Alın yazısı falan.
Faydasız teselli o an.
Daha yaşayabilir, çalışabilirdi daha uzun yıllar ALLAH’a...
Yavaş yavaş akınca sıcak kanı, mosmor kesildi, yan dönüverdi söyle, doğruldu Ömer. Davrandılar sağdan soldan koşup yakaladılar herifi, çıpıl gözlü mendeburun biri...
Kıvırdılar bileğini, kastılar kollarını, bir kez daha saplamadan.
“Bre imansız bre hain nedir ettiğin.
Kıyamete kadar lânet olsun nasibin!”
Çiğnediler onu o anda.
Ve kucakladılar Ömer’i.
Al al ıslak harmenisi.
Taşıdılar iki sokak ötedeki evine.
Kime ne denir?
Takdir...
Geldi dördü beşi birden, Medine cerrahlarının.
Birden esmeri derisinde korkunç bir yarık; bakıştılar, şaştılar ve sonra fısıldaştılar.
Anlaşıldı hiç yok artık ne çâre.
Pırtı-mitil bir yatakda uzanmış, bütün ömrünce kurtulmamış fakirlikten, sahip ise de iktidara...
Gece gündüz aç oruç,
Kıt kanaat aylık yetecek,
Gırtlağına kadar borçlu, Koca halife...
Benzi kül, yaralar vahim.
Fakat ne de gönlü tok.
Gözlerinde şikâyetden eser yok.
Soğumuş yara, paslı dil, su ister aralıksız, içer güç belâ.
Su neylesin dudaklar olmuş Kerbelâ...
Gözlerinde nem, boğazında hıçkırık, sordular o hâlde iken:
“Ölürsen Yâ emirel mü’minin! Ey Ömer! Yerine oğlunu yapmak istiyoruz halife!”
Koca Hattaboğlu Ömer:
“Sakın ha! Sakının aman, asla razı değilim!” der.
“Bir evden bir kurban yeter!”
“ALLAHUEKBER!”
Diyerek mübârek ruhunu teslim etti Ömer...
26.11.1977
“Vedduha. Velleyli iza seca. Ma vedde'ake rabbüke ve ma kala. Ve lel'ahiretü hayrün leke minel'ula. Ve lesevfe yu'tiyke rabbüke feterda. Elem yecidke yetiymen feava. Ve vecedeke dallen feheda. Ve vecedeke 'ailen feağna. Femmel yetiyme fela takher. Ve emmessaile fela tenher. Ve emma bini'meti rabbike fehaddis. : Kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye yemin ederim ki Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı. Gerçekten senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır. Pek yakında Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın. O, seni yetim bulup barındırmadı mı? Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi? Seni fakir bulup zengin etmedi mi? Öyleyse yetimi sakın ezme. El açıp isteyeni de sakın azarlama. Ve Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an!” (Duhâ 93/1-11)
Muhal : İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. * Hurâfe olan
Nazariye: (Nazariye. C.) Görüşler. Düşünceler. Doğruluğu isbat edilmemiş ilmi görüşler.
Şenaat : Fenâlık, kötülük, alçaklık. * Cenab-ı Hakk'ın emrine muhalif hareket.
Mülâyemet : Yumuşak. Yavaş. Uygun. Yumuşak huyluluk.
Cembiye : Ağzı eğri bir tür Arap bıçağı.
Mendebur : Tehlikeli, kaçık.
Harmeni : Bütün vücudu saran, kolsuz ve bazen kukuletalı bir çeşit üst giysisi.
Pırtı : halk ağzında Basma ve ketenden yatak, yorgan yüzü, giysilik kumaş.
Mitil: İçine yün, pamuk vb. doldurulan beyaz yastık veya yorgan kılıfı. İki yüzü beyaz kapsız yorgan.
Vahim : Ağır. * Sonu tehlikeli. Çok korkulu. * Hazmı güç olan. Zararlı veya faydalı olmayan yemek.
Masumlar unutulmaz.
Zâlimler unutulur.
Era kademi :Ayaklarımı görüyorum.
Erake demmî : Kanım akıyor.
Ehane demmî :Yazık oldu kanıma.
Eha netmî :Yazık oldu kendimi anlatamadığıma.
Bu sözler Mansur’un sözleridir...
Bu günden 1095 sene evvel hicri 309 da “İlâhi sırları, Ledunnî âlemi...” bilmeyen din ulemasının ve hatta halkın, Evliyâ mertebesine çıkardığı büyük kimselerin büyük bir yobazlık ile verdikleri “Fetva” ile sahneye konan bir vahşetten bahsedeceğim.
Bu sahneyi yaratan ulemanın hırs ve anlayışı; şeriat kanunlarını tahrif ederek cinâyetlerin işlenmesine yol açmıştır.
Lafları şu: “Limahfazâtü’l- Şer’i”
İnsanlık tarihinde:
Ne, Firavunların, ne Nemrudların, ne vahşi yamyamların, ne de Engizisyon mahkemelerinin, harblerde bile tesadüf edilmemişi, hatta vahşi hayvanların bile şikârlarına yapmadığı, yapamadığı vahşet sahnesinden bahsediyoruz.
Vahşi hayvan bile şikârını hemen öldürür.
Sonra onu yer...
Dicle nehri kıyısındaki Bağdat’ta mahkeme kurulmuş.
Ulema toplanmış...
Meşhur “Cüneyd”, Başkan...
“Fetva” Verdi.
“Mansur” için...
Ne imiş suç?..
Ortalığı sarsan, müthiş bir haykırış: “Ene’l-HAKK!” demiş...
Vay vayy!..
Nasıl söylermiş?..
“Ben ALLAH’ım” demedi...
Bunu kimse söyleyemez.
“Münkir ve Nekir bile ALLAH’ın kimdir?” diye sormaz, soramaz.
“RABB’in kimdir?” diye sorulur.
Zira mutlak hakikat ALLAH’tır.
Herşey O’ndan...
Fakat hiçbir şey O değil.
“Bende tecellî eden her kudret, can, herşey haktır!
Doğrudur!
Bunu tasdik ederim!
O hâlde benim varlığım “HAKK” dır! Ben HAKK’ım!..” dedi.
ALLAH, RABB, HAKK hep başka başkadır.
ALLAH herşeyin HAKK’ıdır.
Yaratıcısıdır.
Ustası, Sani’idir.
Bu bakımdan herşeyin RABB’ı dır.
Mansur kendinde;
ALLAH’ın bu verdiği esmâları, kuvvetleri gördü:
“Bana akıl verdi.
İrade verdi.
Her şeyi O verdi.
Bunların hepsi doğrudur!” dedi.
“Ben HAKK’ım!” dedi.
“Bu mevcut olmam HAKK’tır!
En büyük bir tastikdir!”
Hz. Hureyre’ye sahabeler sormuşlar:
“Resûlallah’ın sana verdiği Ledunnî sırlardan bize de söyle!”
“Söylersem kâfir oldu diye başımı vurursunuz”.
Cevap kat’i ve doğru...
Sonra yine bu yobaz ulemâ söylerler:
“Sekir hâlinde, cezbe hâlinde söylenen sözlerden kul mesul değildir!”
Cezbe öteden çekilmedir.
Hikâyeler, uydurmalar nasıl suç olmazmış?..
Ledunnî âlemin sırlarını anlamak bile herkesin kârı değildir.
Başta Hz. Hureyre ne demiş düşün!..
Zulmü, zâlimi, işkence yapanı ALLAH sevmez.
Kelâmında bunları kötüler:
İşkence islâm dininde küfürdür.
HAKK’a isyandır.
Vahşet sahnesinin icrası için “Fetva” veriliyor.
Halk bile hınç ve tehevvür içinde binlerce insan toplanmış çocuk, kadın, erkek ihtiyar Bağdat meydanına...
Küfür, taşlamalar, lânetler, meydanı sarmış hınç uğultu hâlinde...
Mansur koltuk altlarından asılıyor.
Halk taş atıyor.
Mansur’da hiç bir acı ve ızdırap emaresi yok..
Başka âlemde kendisi.
Evvelâ ayakları bileklerinden kesiliyor, sonra eller bileklerinden...
Mansur mütebessim...
Âdetâ memnun...
Semâya dikili gözlerini oyuyorlar yine ses yok...
Dilini kesiyorlar o anda ruhunu teslim ediyor.
Fakat hınç doymuyor devam ediyor.
Boynunu vuruyorlar, cesedi parçalıyorlar.
Sonra ateşde yakıyorlar külünü savuruyorlar...
İşte asıl bundan sonra olanlar.
Bağdat, halkı ile ulemâsı ile yobazlarıyla lânetleniyor.
O günden bu güne kadar devam ediyor.
Edecektir de...
Kerbelâ Fırat kolunun bir yerinde...
Hülagü, Bağdat’ı tahrip ediyor.
400 bin kişinin kafasını kesiyor.
Haccac orada 70 bin kişinin kafasını uçuruyor.
Hâlâ bu devam ediyor.
Daha devam edecek kıyamete dek....
Yakındır tamamiyle yok olacak...
O zaman Mansur’un hırkası kurtardı Bağdat’ı Dicle’den...
Şimdi yok o Hırka ve ne de o hırkayı taşıyan sırt...
Bu hadise niçin oldu?...
ALLAH:
“Benim dostlarımla uğraşmak, Zât-ı Ahadiyetimde en büyük hata!” olduğunu anlatmak için....
İnsan oğlunun zulüm, yobazlık, İnsan’a Hayvan’a Nebat’a eziyet edenlere bir misal vermek için bunu murad etti...
Mansur O’nun için i’dama götürülürken kendine bunu reva görenleri, fetva verenleri, seyire gelenleri, taş atanları affetti. HAKK’ın bu muradı için...
“Yâ ALLAH! Yâ RABB! Yâ HAKK! Yâ RAUFU’d-DEYYÂN!
Bana açtığın sırları onlara da açsaydın veya onlardan gizlediğin sırları benden de gizleseydin başıma bu gelmezdi!”
Mansur affetti amma, ALLAH affetmedi bunları yapanları...
Bu sözlerde yukarıda anlattığımız muradın kapalı ifadesi gizlidir.
İnsan her şeyi doğru yapamaz.
Görünürde bazen de çâresiz kalır.
İnsan mezarı önemli değildir.
O insanın anılması önemlidir:
İnsanlar yaşarken O’nu bekleyen toprak onu bağrına basar.
Topraktan yaratıldığını unutma!..
Topraktan temiz geldin temiz gitmeye çalış!..
Eba Müslümi Horasanı 3000 kişi ile 50.000 kişilik Kerbelâyı yaratanları kılıçtan geçirdi. Malazgirtte Alp Arslan 50.000 kişi ile 600.000 kişilik Rum ordusunu yerle bir etti.
Her dua’nın kabulü ind-i ilâhiyyede muayyen bir müddet için geçerlidir.
Hz.Hasan’ın kayın babası Türk’dü.
Kûfe’ye girdiği zaman Hz. Hasan kucağında ölürken:
“ALLAHümme Yuzafferekümmü’l- Etrakî ille’l- ebedi!”.
Duası Türkler’i yaşattı...
Dünyada hiç namaz kılmadan.
Bir defa secde etmeden.
Büyün bile oruç tutmadan.
Başka bir hayır yapmadan.
Doğrudan doğruya cennete giren kimdir?
Ömer İbni Sabit...
Uhud harbinde müşrik ordusundan kaçıyor.
Resûlü Ekrem’in yanına geliyor:
“Ben bizimkilere karşı harb edeceğim! İlk defa harb edip sonra mı muslüman olayım yoksa evvelâ mı muslüman olayım!” diyor.
Resûlü Ekrem:
“Evvelâ Müslüman ol!” dedi.
Şahadet getirdi ve hemen harb’e daldı, ağır yaralandı.
Kendi akrabaları kucakladılar, aldılar götürdüler.
“Ne oldun!” dediler...
“Harb ettim!
Hem de size karşı!
Hem de Müslüman oldum!” dedi ve ruhunu teâlim etti.
Doğrudan doğruya Cennete gittiğini Resûl buyurdu...
7.7.1984 Cumartesi
Fetva : Bir hâdise, bir muâmele hakkındaki hükm-ü şer'îyi ehli olanın haber vermesi ve o hükme dair verilen mâlumat, bilgi.
Tahrif : (Harf, den) Harflerin yerini değiştirmek. Bozmak. Kalem karıştırmak. * Kendi menfaati veya başkasının zararı için bir ibarenin mânasını değiştirmek. * Başka tarafa meylettirmek.
Limahfazâtü’l- Şer’i : Şeriatı muhafa etmek adına, onun için, o yüzden.
“ALLAHümme Yuzafferekümmül etrakî illel ebedi : ALLAHım! Türkleri ebedi muzaffer kıl!
Şikâr : av.
Cezbe : Tas: Meczubiyet, istiğrak. Allah'ı hatırlayıp Allah sevgisi ile kendinden geçer bir hale gelme.
Sekr : (Sekir) Sarhoşluk.
Sırt : Omurgalı veya omurgasız hayvanlarda boyundan kuyruk sokumuna kadar uzanan üst bölüm.