İncelik gözüyle dikkat ederseniz, her şeyde bir güzellik vardır.
Bu güzelliğin arasından sonsuzluğa bakan bir pencere de vardır.
Bu pencereden bakabilmek için gaipten gelen seslere inanmak lâzımdır. Görüneni görmede hüner yoktur.
Görünmeyeni görmede hüner vardır, insan kafasında çirkinliği ölçecek hiç bir ölçü yoktur. Zâten aslında çirkinlik yoktur.
Tazyik ve fena muameleden gücenmeyen insan hürdür.
Tazyik ve fenalığa lâyık olanı incitmeyenler de vardır. Unutma!..
Bu herkesin kârı değildir.
Canlı iken ölü olanlar, ölü iken canlı olanlarla konuşmaları çok güç bir iştir.
Görünmeyen âlemin maddî âlemdeki eşyada tel tel titreşimlerini ve işaretlerini sezenlere selâm ederiz.
Lâ mekân’dan Dünya’da mekân verilmiş et ve kemik cihazından ötenin titreşimlerini haykıran,
Yunus; Bence, asgari ne ozan, ne filozof, ne düşünürdür.
Mânevî ihtizazları Dünya insanlarına kendine has bir edeble fısıldayan bir ALLAH dostudur.
Yunus, içi dışından daha değerli bir yaşantısı olan rüya gibi bir insan.
Bir kimsenin içi dışı aynı değerde olursa ona hakiki âlim denir.
Bir kimsenin dışı, içinden süslü ve kıymetli olursa ona da zavallı cahil damgası vurulur.
Sözlerimizi, moda havası içinde düşünmemeye gayret ederseniz anlarsınız.
Dışa çok ehemmiyet verip yürüyenler, bir şeylerini gizlemek için uğraşanlardır.
Bu iç ve dış dengesini muhafaza etmek isterseniz, hiç olmazsa Yunus’u dürbün ile seyrediniz...
Buna muvaffak olursanız dürbünü atıp yanaşınız.
Meşhur Mahmut Sebuktekin Bestamî’nin mezarını ziyârete gitmiş.
Mezar başında bir derviş görmüş.
Dervişe:
“Bestemi ne söylemiştir?”
Derviş:
“Beni göreni Cehennem ateşi yakmaz!”
Mahmut:
“Bu söz değildir. Cünki Ebu Cehil Peygamber’i gördüğü hâlde Cehennem’e yuvarlandı!” Derviş gözlerini tevazu ile yere eğerek:
“Evet sultanım doğrudur. Ebu Cehil Peygamber’i Ebu Talîb’in yetimi olarak gördü. Peygamber olarak görseydi akıbeti böyle olmazdı!..”
“Dervişin göz atma mesafesi ayak ucunu geçmemelidir.”
Gönlü derin bilgi kapılarına açık insanlara söylüyorum.
Bunları maddî ölçülerle ölçmek mümkün değildir.
Ölçmeye uğraşmak: Radyo ahizesinin bir istasyondan verilen dalgaları, nasıl sese çeviriyor diye fizikî bir kuralı tetkike uğraşmak gibidir.
Bir çocuk oyuncağını bozduğu gibi kurcalamak olur ki bunun sonu, ifade ve anlamdan yoksun olmaya, bir şeyi götürür.
Yunus hakkında şiir yazmak.
Heykel ve resim yapmak.
Yunus hakkında şu kompozisyonu yapmak.
Oratorya hazırlamak.
Enstitü kurmak.
Anıt yapmak.
Onun yaşantı ve iç âlemini maddeye sığdırmaya çabalamaktan başka bir şey değildir. Görünüşte güzel şeydir bunlar.
Fakat bunların hepsi görünmeyen, elle tutulmayan hava gibi lüzumlu ve insan gönlüne lâzım bir şeyin kaybolduğunun delilidir.
Anadolu’muzda köylerde bedene ait hadiseler, her türlü felâketler, kanlı aşk olayları, dinî ve mânevi olgunluklara karıştırılarak teselli menba’ları ses hâlinde tesbit edilmiş ve değişmez kurallar hâline gelmiştir.
Türkülerimiz, Manilerimiz. Masallarımız.
Bunlar herkesin bildiği şeylerdir.
Bu sesler gönülden gönüle, dudaktan dudağa, olaydan olaya, evden eve, köyden köye sıçramış elem ve hazzın titreşimleridir.
Bazen bu seslen gözlerini, ruhlarını sonsuzluk âlemine göğe doğru çevirenlerden çıkar...
Her ülkede eserler vardır.
Yazarı unutturur.
Yine eserler vardır ki yazara yaraşmaz.
İnsanlar vardır, fânidirler, gelip geçicidirler.
Yaz yağmurları gibi...
İnsanlar vardır sonsuzluklara giderler.
Adları dillerden dillere dolaşır efsanelere konu olur.
Şiir hâlinde, ses hâlinde, duygu hâlinde.
Renk hâlinde bal peteği gibi kalır.
Mezarlarını ziyârete gidersiniz.
Tavanlarında göklere açılan bir uç görebilirsiniz.
Üzerlerindeki örtülere bakarsanız gözlerinizi dinlendirir.
Bunların yaşayışları, bağlanışlarıyla Anadolu’nun mânevî havası değişmiş, Anadolu insanına feragati, fedakârlığı öğretmiştir.
Onların büyük inançları, olmazları olur yapmıştır.
Anadolu’muz bu güne değin onların hayır duaları yüzünden ayaktadır, mânevî yönüyle...
Fatih’i olgunlaştıran Ak Şemsettin.
Yavuz’u besleyen îbni Kemâl, Gürânî.
Anadolu’yu hazırlayan;
Bektaşi Velî,
Hacı Bayramı Velî.
Hacı Şabanı Velî.
Emir Sultan...
Bütün bunların jenarötörü Ahmedi Yesevî Horasan büyük mânâ ve feneridir.
Bunlar bugün efsaneleşmiş, masallaşmıştır.
Hangi büyük vardır ki efsaneleşmiş olmasın...
Onlarda ölçemeyecegimiz ve izah edemeyeceğimiz bir kudret vardır.
Yunus da bunların tilmizlerinden biridir
“Sakar Baba” denilen bir er vardır.
“Sakar suyu” ismini bundan almıştır.
Bu su üstünde bir köprü vardır.
Zorbanın birisi köprüde oturur, herkesten geçmek için zorla para alırımış, Vermezsen dövermiş, ve köprüden geçirmezmiş...
Buradaki “miş” leri sen inancına, kabiliyetine göre atabilirsin,
Birgün yaşlı, zayıf, fakir birisini köprüden geçmek zorunda kalmış.
Fakirin parası yoktur.
Zorba geçirmemis. köprüden onu...
İhtiyar:
“Geçme namert köprüsünden, koaparsın su seni.
Sinme tilki gölgesine, ko yesin aslan seni.”demiş.
“Destur Yâ Pîr!” diyerek suya girmiş ve derin coşkun ırmak bu dedeye kurumuş ve yol vermiş...
Bu meçhul dedenin mezarı Sakar’da Erenler tepesindedir.
Yunus bu “Destur” u alabilen ve nasıl alınır öğrenmeye çalışan bir insandır.
İnsanı, insan yapan yine insandır.
Bu yazıyı okuyan diyecek ki ne biçim Yunus hakkında yazı bu...
Yunus bu yazıdaki dizili muhtelif lâfların içinde gizlidir.
Onu da lütfen siz arayın bulun.
Bu kâğıda dizili lekelerin bir mânâsı vardır.
Bu lekeler insan sesleridir.
Gözlerle onu duyarsın.
Kitaplar; üzerinde paralel uzun lekeler dolu kâğıt tomarlarıdır.
Bugün insanlar, elinden artık kitabı bırakmış, silâha sarılmıştır.
Bu sarılmak ne demektir?
Onu anlarsan Yunus’un bu dizilerde nasıl gizlendiğini, mânevî bir üslûp içinde anlayamayanlara nasıl güldüğünü görürsünüz.
Artık söz bağladık kalın sağlıcakla...
Tilmiz : Çırak. Talebe. Kalfa.
Feragat : Tok gözlülük. Hakkından vaz geçmek, bir şey istememek. Şahsî dâvasından vaz geçmek. * Boşalmak, hâlî olmak.