Olgunluk başka bir insanın dünyasında yaşayabilmek demektir.
Topal postacı da hakikati getirebilir.
Yukardaki başlık yazılarının aydın düşünce sahibinin fikrinden akseden duygular altında “Yunus’u” târif etmek istiyoruz.
İnsanda, maddî yönünden başka:
“Sezmek, inanmak, sevmek, korkmak, düşünmek” gibi yönleri de vardır, İnsanı bu bütünlüğü ile tetkik etmek gerekir...
Bunları bir tarafa bırakarak herşeyi akıl yönünden mütalâa etmek akıl adına her şeyi bir nevi inkârdır.
Mantık ve akıl insanın büyük bir yönüdür.
İnanmak, insanın diğer bir yönüdür.
Akıl kadar insanoğlu inanmağa muhtaç ve hatta mecburdur.
Bu böyle iken, inanma hissini akla kalbetmek, inanma mevzuunu aldın hakimiyeti altına almağa çalışmak insana kastetmektir.
Düşünmek kadar inanmak, sevmek kadar korkmak insanın yaradılışına uygundur.
Bu cihaz insanda mevcuttur.
Akıl, mantık kaideleri içinde yürürlüktedir.
Mantık, düşünceler arasındaki düzeni ta’yin eden bir bilgi koludur, iman, inanma bu hududun ötesindedir.
Akıl ile iman arasında bir denge kuran insan Yunus’u anlayabilir.
Onun için Yunus:
“Ete kemiğe burundum,
Yunus diye göründüm”der.
İmânâ insan akıl yardımı ile varır ve vardığı âlemi târif akıl ile olamaz. İmanın târif ettiği âlemden, akıl hududuna “ete kemiğe bürünerek” geldim. Onun için, Yunus’u akla dökemediğimiz gaipler âleminin güzelliklerine yumuşak ve samimi bir üslûpla mırıldanan büyük bir insan diye târif edebiliriz.
Akıl hududlarında Yunus, hem ozandır, hem de düşünürdür.
Bunların hepsini kapsayan “ete kemiğe bürünerek” görünür şeklindeki Yunus’un, görünmeyen tarafı ile de bir Velî olarak kabulü gerekir.
Her şey, kâinatta güzel yaratılmıştır.
Çirkin ve fena diye bir şey yoktur.
Güzeli görememek duygusunun doğurduğu yanlış hislerdir.
Rüyalarda gayp kelimesi ile târif ettiğimiz âlem olaylarını yorumlarken tâbir denilen bir konuyu geçeriz.
Dikkat edilirse rüyalarda renk, ses, vardır.
Fakat koku yoktur.
Onun için mânevî âlem büyüklerinin söylediği gibi koku madde âlemine aittir.
Denizdeki balıkları görürüz.
Bunlar suda nasıl yaşıyorlar? deriz.
Acaba balıklar: “İnsanlar suyun dışında nasıl yaşıyorlar?” dese,
Nasıl cevap verebiliriz?
Yunus bizce bir Velîdir.
Aklı, inciltmeden, imanın güzelliklerini insana okşayarak, samimiyetle üfleyen insandır Yunus.
Büyük insanları anlatmak çok güçtür.
Büyük insan kimdir?
Nasıldır?
Olgunluk; başka bir insanın dünya’sında yaşayabilmek demektir.
Akıl ve mantık insanın büyük bir yönüdür.
İnanmak insanın diğer bir yönüdür.
Akıl kadar insan oğlu, inanmağa muhtaç ve hatta mecburdur.
Düşünmek kadar inanmak, sevmek kadar korkmak, insanın yaratılışına uygundur.
Bu cihaz insanda mevcuttur, inanmayı aklın hakimiyeti altına almağa çalışmak insana kastetmektir.
İman, inanma bu hududun ötesindedir.
İman’a insan akıl yardımı ile varır.
Ve vardığı âlemi târif akıl ile olmaz.
İman’ın târif ettiği âlemden akıl hududuna:
“Ete kemiğe bürünerek” geldim diyen, Yunus;
Akıl hududunda: Ozandır, Düşünürdür.
Yunus hakkında araştırmalar, Tetkikler, Kitaplar, Törenler, Programlar, (Geceler)... Gündüzler değil...
Şiirlerini yanlış tefsirlerle, Garip ifadelerle Yunus tam deforme olmuş... Kendisine filozof diyenler var. “Âlim salaklar”...
Ozan olmuş...
Heykeli yapılmış.
Nasrettin Hoca gibi O’da başka türlü tersine güya bir “Alîm, ozan, şâir” kadrosuna kayıt edilmiş...
Biri Nasrettin Hoca’yı tersine eşeğe bindirmiş, heykelini, resmini yapmış... Araştırmalar devam ediyor.
Yunus’un neyini araştırıyorlar.
Kendileri de bilmiyorlar.
Asrî âlimlere söylüyorum:
Nasrettin Hoca’yı ters bindiği eşekten indirmiyeceğim.
Kimseyi ikna etmek niyetinde değilim...
Hoca’nın altından eşeği çekip alacağım gibi, Yunus’u da bu âlimlerin elinden deforme olmuş, maddî ve mânevî üzüntüden kurtarmak için bir iki lâf edeceğim...
O kadar...
Gözlerini dünya’ya maddî ve mânevî kültürel, an’ane ve geleneklerimizin yıkılan enkazı arasında açıp birşey bildiklerini mırıldayan. “mırıldanan” değil. Haykıran âlim yeni tâbir ile bilgin diye geçinenlere Yunus’un küçük bir portresini çizeceğim...
Ressam değilim amma.
Lâf ve sözlerle de resim yapılır ki hakiki resim de budur.
Bu resmin kağıdı, boyası, fırçası ve kalemi Yunus’un kendi malzemesidir. O’nun söylediklerini bir araya toplayarak yapılmış resim...
Bir portre.
“Heykel değil”.
Yunus: Hacı Bektaşi Velî zamanında çocuk.
Celâleddinî Rumî, çok genç...
Konya’da... Hacı Bektaşi Velî’ den sonra “Taptuk Emre” zamanında, Yunus Olgun ve Celâleddinî Rumî çok olgun ve yaşlı ve aynı asırda Celâleddinî Rumî ile Yunus konuşmamışlar, buluşmamışlar.
Bakma uydurma lâflara... Sebep büyük.
Celâleddinî Rumî söyler:
“Hangi makama çıksam, O yörük çocuğunu görüyorum” diyor.
Mânevî hasletin verdiği bir hüner.
Hangi makam, ne makamı bu?..
Görüşememeleri Yunus tarafından...
Rumî tarafından değil...
Neymiş bu?..
Celâleddin yedi yaşlarında babası Sutanı Ulema ile Muhittini Arabî’yi ziyârete gidiyorlar... Şam’da...
Hacc dönüşü...
“Bir nehir bir deryayı peşine takmış gidiyor!..”
Sözü...
Gurur var burada...
Bu, uzun anlatılacak bir mevzu...
Câmi söylemiş ya...
Sonra da:
“Peygamber değil amma kitabı var : Niyst Peygamber Velî dâret kitap.”
Gururunu gizleyerek alay ediyor, halbuki burada kimse farkında değil...
Muhittim Arabî “vahiy” yolunun yolcusu.
İbni Rüşd “akıl” yolunun yolcusu...
Filozof, aynı devirde yaşamışlar, ispanya’da.
Endülüs’te...
Arabî, İbni Rüşd ile görüşmek arzusunda idi.
Fakat rüyasında Filozofla arasında bir perde girdiğini görüp ve bu arzusundan vaz geçti... Arabî Endülüs’de Tuleytile’ye bağlı küçük bir köyde doğmuş.
İbni Rüşd İşbiliye’de...
İbni Rüşd Arabî’den yaşça büyük...
Yunus; ALLAH, Resûl yolcusu...
Boynu kopacak derecede bükük.
Celâleddini Rumî; Kendi kendinin yolcusu...
Onun için Yunus görüşmedi.
Diğeri de her makamdan Yunus’u görüyor o kadar.
Yunus “Cebrailem!” diyor:
Burada Cebrail, bir âlet vasıtadır.
Yâni biz hep iç içeyiz.
Birbirimizin dışında değiliz.
Sessiz sözsüz, kelimesiz sırrî laflan, düşünceleri sese çevirmek bunları âlet vasıta ile duyurmak yani Ruh’un kudret ve güçlerini cesed mekânında kendisinin ait olduğu Lâ Mekan’a bağlan
Bu gâfüler...
Anası göndermiş O’nu Hacı Bektaş Velî dergâhına buğday almak için...
Ahlat vermiş, üfürük almamış, buğday almış.
Sonradan üfürmüşler Yunus’a Taptuk ocağından.
Bunları Yunus hep sözlerinde gizlemiştir.
Yunus evlenmemiştir.
Maddî aslını saklamış.
Mânevî tarafını gizlemeden gizlemiş.
Herkes bilmesin diye...
Neyi?..
Niçin?..
Söylemem...
“Gözsüze fısıldadım”:
Kime fısıldadı?.
“Sağır sözüm anladı”:
Sağır kim?.
“Dilsiz çağırıp söyler...” :
Dilsiz kim?.
“Dilimdeki sözümü”:
Dilindeki söz ne?.
“Yunus’un sözünden sen bir mânâ anlar isen. Konya’deki minareyi görürsün bir çuvaldız.” “Burada Konya’daki minare ne? Kimdir?”
Celâleddini Rumî’yi kastediyor.
“Balık kavağa çıkmış. Zift turşusu yemeye”.
Balık deryadan çıkmış, odundan başka işe yaramayan kavağa çıkıyor. Burada Celâleddini Rumî’nin uğraşını anlatıyor.
Zift turşusu ne demektir.
Söylemem.
Orası çözüm noktasıdır.
“Leylek çocuk doğurmuş. Bak a şunun sözüne”.
Leylek yumurta yapar doğurmaz..
“Çıktım erik dalına. Anda yedim üzümü”.
Burada erik ve üzüm ne ifade ediyor.
Ne mânâ verirsen ver ki veremezsin.
Biz de söyleyemeyiz. Yunus’a ve gizlediği şeye biz de hürmet ederiz.
“Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere. Yalan değil gerçektir. Ben de gördüm tozunu”. Necmettini Kübra’yı telmih ediyor.
“Yunus bir söz söylemiş.-Hiç bir söze benzemez.-Münafıklar elinden örttü mânâ yüzünü.”
“Seni de bir gün sigaraya çeken bir molla Kasım gelir.”
“Kasım” Resûlü Ekrem’in halk arasındaki “Ebel Kasım” Kasım’ın babası... Çok sır verme! Eba Hureyre’yi hatırlatıyor.
“Söylersem, beni kâfir oldu diye başıma vurursunuz”..
Hacı Bektaşi Velî sakal bırakmamıştır.
Yavuz Selim Sakal bırakmamıştır.
Son halife Vahdettin sakal bırakmamıştır.
Resûlü Ekrem “Vahiy” tamamlandıktan sonra çenede biraz sakal bırakmıştır.
Daha binlerce var.
Hazreti Ali, Fatıma’nın vefatından sonra sakal bırakmıştır.
Resûlü Ekrem vefatlarından bir sene evvel sakal bırakmışlardır.
Sebebi var çok mühim.
Yunus ilâhi donmuş bir sistir.
O’nu anlamak: O billurdan geçen renkleri görmek gerek.
Aksini iddia edebilir misiniz?
Billur belki donmuş bir sistir.
Biz de sis gibi konuştuk ya.
Bu da doğrudur.
“Bir kör ile güreştim.
Elsiz ayağım aldı.
Onu da basamadım.
Tuttu benim kolumu.”
Yunus maddî ve ruhî âlemin hudud ve sırlarına nasıl ulaştığını burada anlatıyor.
Bunu anlamak bu gün Yunus ile uğraşanların işi değildir.
Anlayamazlar...
Yed’i beyza :Beyaz el.
İlm-i ercul :Ayak ilmi.
Bunu bilmek gerek.
El ve ayak her mahlûkun biri cesedin, diğeri ruhun haritası ve insanın kendi levhi mahfuzudur.
Bunu anlamak lâzımdır.
Bir kör ile güreştim :Celâleddin Rumî ile.
Elsiz ayağım aldı : Hürmet ettim.
Onu da basamadım : Hürmetimi bozamadım.
Tuttu benim kolumu : Anlamak istemeyenlerle güreştim, uğraştım, ayağımın altına mânâsız bilgi noksanlıktan sokarak kaydırmak istediler konuştu durdular.
Ayağımı basamadım : Neticede kolumu tuttular.
Yunus dışa haykırmış.
İçe davet etmiş...
Ney’i görmez misin?
Hep içeriden dışarı üfüleyerek ses çıkarır, içe çekme yok...
Sizin aradığınız Yunus’u tanımıyorum...
Bağışlayın...
Adresini vereyim size, gidin kendiniz konuşun o da anlayabilirseniz.
Derviş caddesi, gönül palas oteli.
Adresi budur.
Git. Bul. Konuş!
Bazı insanlar vardır.
Masal ile hakikat arasında yaşarlar.
Mitoloji dedikleri yalan ile gizlenmiş büyük gerçeklerin hikâyeleridir. Görünmeyen bir perde bu gibi insanları toplumdan ayırır.
Bunları anlatmak güç.
Anlamak daha güç...
Ancak resmini çeker, veya söylenenleri kopye ederiz.
Büyük milletlerin tarihi üç beş büyük insanların tarihidir.
Bunları tetkik bir takım kulak malzemesinden bir filitre yaparak bundan süzülmeleri icab eder.
Görünmeyen bu perdeyi aralayıp, büyük bir insanı seyredersek:
Maden suyunda demirin erimiş olduğu gibi, burada insan târifi mümkün olmayan beşerî bir zevk ve emniyet duyar.
Hiç bir şeyde yanılmayan, basit görünen şeylerde her şeyi bulanlar bunlardır.
Bu gibi insanlar unutulmazlar.
Bazen unutulmayacak kadar çok yaşamazlar.
Hatırlanmazlar değil.
Kendilerini daima hatırlatırlar.
ALLAH’ın yarattığı insanların en kötüsünün bile ALLAH yanında söz sahibi olmasını temin edecek iyi bir tarafı vardır.
Evine Tanrı misafiri diye birini almış...
Ev sahibi yatmış.
Adam:
“Siz uyuyorsunuz benim kim olduğumu biliyormusunuz.
Gece siz uyurken sizi öldürmeyeceğimi ne biliyorsunuz?” demiş.
Ev sahibi:
“Bu konu yüce ALLAH’ı ilgilendirir!” diyerek odasına yatmağa gitmiş.
Etrafındakiler, evlâtları, sevdikleri, O’nu sevenler sessiz ağlıyorlardı.
Yatağında doğruldu.
Baktı onlara... Sûbhanallah! Artık yeter dedi. Ağlamayın...
Siz bir tek bana ağlıyorsunuz.
Yalnız “bir” Benden ayrılıyorsunuz.
Ben ne yapayım...
Hepinizden ayrılıyorum...
Gözlerinden yaşlar geldi.
Hakkınızı helâl edin...
Ara sıra beni hatırlayın!..”
“Hatırlamak, unutulması mümkün olmayana (ne ise o) hakaret olur!” dediler...
”Seni unutmak mümkün değil ki hatırlayalım!”
Cevap vermedi bu söylediklerine...
İçinden: “Bu insanlar ne kadar gaflette yalanı bile beceremiyorlar!”
Çıktım erik dalına anda yedim üzümü Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu
Kerpiç koydum kazana poyraz ile kaynattım Nedir deyû sorana bandım verdim özünü
İplik verdim çulhaya sarıp yumak etmemiş Becid becid ısmarlar gelsin alsın bezini
Bir serçenin kanadın kırk kağnıya yüklettim Kırk çift dahi çekmedi söyle kaldı yazılı
Bir sinek bir kartalı salladı urdu yere Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu
Bir kör ile güreştim elsiz ayağım aldı Onu da basamadım tuttu benim bazumu
Kaf dağından bir taşı şöyle attılar bana Öylece yola düştü eritti hep buzumu
Balık kavağa çıkmış zift turşusun yemeğe Leylek koduk doğurmuş baka şunun sözünü
Gözsüze fısıldadım sağır sözüm anladı Dilsiz çağırıp söyler dilimdeki sözümü
Yunus bir söz söylemiş hiçbir söze benzemez Münafıklar elinden örttü mânâ yüzünü.
Telmih : (C.: Telmihât) Lâyıkiyle ve kâmilen keşfedip nazara arzetmek. * Bir şeyi açıkça söylemeyip başka bir mâna ifade için söz arasında mânalı söylemek. İmâ ile söz arasında başka bir mânayı ifade etmek. * Edb: İbârede bahsi geçmeyen bir kıssaya, fıkraya, ata sözüne veya meşhur bir şiire, bir söze işaret etmek.
Bostan : kavun karpuz tarlası.
Issı : sahibi.
Kakıdı :kükredi, kızdı, bağırdı.
Koz : ceviz.
Çulha : kumaş dokuyan tezgâhtar.
Becidd : f. Ciddi, gerçek, hakikat. * Cidden, gerçekten.
Bez : kumaş türü.
Kağnı : eskiden kullanılan iki ağaç tekerlekli öküzle çekilen ilkel iş arabası.
Bazu : kolun üst bölümü.
Zift : asfalttan koyu petrol ürünü.
Koduk : Boduk, manda yavrusu.