“ALLAH’IN KUDRETİNDEN ŞÜPHE ETMEK KÜFÜRDÜR.”
(Hadîs)
ALLAH’ın kudreti akıl ve düşüncenin varamadığı güçtedir.
Bu kudret hakkında düşünme!
Aklın ile dinsiz ve inkarcı olma!..
“Ayda ezan sesi duydum!” diyen astronata...
Septe Boğazında iki denizin karışmaması karşısında şaşıran Mösyö Kusto’ya...
Kur’ân-ı Kerim’de 19 rakkamı ile birşey bulduğunu zanneden mistere...
Bunları;
ALLAH’ı bulup kâinattaki büyük nizamı görmeyip, bu malzeme ile ALLAH’ı buldu diye alkışlayan ulemâ diye geçinen, broşür, kitap ve televizyonlarda saçmalar savuran, bildiğini bile bilmeyen zavallılara sessizce söylüyorum.
“ALLAH yavaş konuşanları sever” Hadîs.
“Nebî’nin sesinden fazla sesinizi yükseltmeyiniz” Âyet...
ALLAH sessiz sözsüz kelimesiz kelâmı ile bütün yaratıklara kendini izhar için:
Vahiy ile temas etmiş ve her yaratığın bünyesine göre tecellî etmiştir.
Peygamberlere bu ilâhi ihtizazlar söz hâlinde...
Hayvanlarda, nebatlarda, madenlerde velhasıl her şeyde görünür görünmez atomik süratli devamlı ihtizazlar hâlinde tecellî etmiştir.
Bu tecellî intizamlı ve değişmeyen bir kanun hâlindedir.
Bütün bunlara “SÜNNETULLAH” Doğa Kanunları denir.
Değişmez.
Onların içlerinde hikmet ve sırlar, akıl ve tecrübe müşahede ile fen hâlinde ortaya çıkmıştır.
Her nebâtın kendisine has hassası vardır.
Meselâ güneş elmaya ve bibere aynı şekilde vurur.
Elma kızarınca tatlılaşır.
Biber kıztıkça acılaşır.
Tatlılık ve acılık hep güneşin ışıkları ile oluyor ise de, aralarındaki fark güneşten değildir. Kendilerindendir.
Her hayvanın kendi yaratılış icabı yapacağı işler vardır.
Bundan dışarı çıkamazlar.
Değişmez.
Kendi türüne ait mahsus olan işi görür.
Madenler de öyledir.
Demir her yerde aynıdır.
Bir meyve ağacı her yerde aynıdır.
Gözle görülemeyen mikroplarda aynıdır.
Verem Basili her yerde aynıdır.
Tifo mikrobu her yerde aynıdır, kendilerine mahsus işi görür.
Buğday her yerde aynıdır.
Bunların hepisi iklimlere göre tanzim edilmiştir.
Kutupda Aslan yaşamaz.
Nebat olmaz.
Penguen sıcak denizlerde yoktur.
Hülâsa her iklimin nebatı, hayvanı, madeni, insanı başkadır.
Su her yerde sudur.
Hidrojen ve oksijenden teşekkül eder.
Değişmez.
Her yaratıkta cinsîne göre organları aynıdır.
Bütün şekil, fonksiyon ve yaptığı işler aynıdır.
Bu da değişmez.
Yalnız bunların içinde bu fizikî, kimyevî, meteorolojik kanunların aykırılığı şeklinde görünen, müşahade edilen olaylar vardır.
Bunlar da değişmez.
Bunlara hurafe nazarı ile sakın bakmayın..
Ölüler toprağa gömülür.
Orada aslına döner.
Çürür gider.
Fakat senelerce kalıp aynı tazeliği muhafaza eden ölüler de vardır.
Çürüme kanununa zıd bir hâl...
Septe boğazındaki iki denizin tuz kesafeti farklı olduğu hâlde “OSMOS” doğa kanununu sıfıra indiren, hatta balıkların bile bir taraftan diğer tarafa geçmedikleri müşahade edilmiştir. (Kusto hikâyesi)...
Ayda ezan sesi işitmesi astronot’un.
Yok efendim Kur’ân-ı Kerimde kelime ve harflere bakarak 19 olduğu üzerindeki incelemeler...
Radyolarda, gazetelerde, televizyonlarda bunları bir çok yorumcular ele alarak bağırıp duruyorlar.
Bundan da tefahür duyduklarını ifade ediyorlar...
“İnanmayan inandı diye”.
ALLAH’ın emirlerini hurdasız yapan,
Resûlü Ekremin peşinde olan hakiki bir müslüman yalnız islâm olduğu için tefahür eder.
O kadar...
Akıl Doğa Kanunlarını tetkik eder.
Aklın dışında olanlar başkadır.
Hele bir dinleyin bakalım sözlerimizi, âlim diye geçinen “Bireyler”:
Bu günkü elimizde bulunan Kuranı Kerim alfabesi ile Resûlü Ekrem’in zamanındaki yazı arasında dağlar kadar farklar vardır.
Resûlü Ekrem zamanında yazılmış yazılara bakın, bir de bu günkü yazılara bakın, o zaman ( . ) nokta yoktu.
Habeş Kralı Mukavkıs’a yazılan mektuba bakın.
Bu gün onu okumak ihtisas meselesidir.
Arap bile okuyamaz.
Meselâ bu gün Mısırda basılmış Kur’ân-ı Kerimle bizde basılan arasında bile fark vardır. Süleyman, Mısır yazısında Selmen şeklindedir.
Fakat Süleyman okunur.
Kufi yazı da bambaşkadır.
İranda basılana bakın yine bambaşkadır.
Eski yazı ile Hasan kelimesi 3 harflidir.
Yeni yazı ile Hasan 5 harflidir.
Bu son günlerde Kur’ân-ı Kerim’e atfen 19 rakkamını alıp bir ecnebi âlimin bunu araması büyük bir iştir...
Amma bununla bir hidâyete erdiği hikâyesi akıl hududu içinde matematiğe dayanan bir hakikattir...
Evet amma...
Akıl ile matematik ile ALLAH’ı idrak etti demek birşey ifade etmez.
Bu günün fen ve ilmi ile artık ALLAH’ı inkâr kapıları tamamiyle kapanmıştır.
Bu asırda her şeyde ALLAH tecellî etmiştir...
İnsanların akıl ve fen ile doğa kanunları karşısında daha diyecekleri itiraz ve şüpheleri kalmamıştır.
Görünmeyeni görmede ve sezmede hüner vardır.
“Görmediğim ALLAH’a secde etmem”.
Bunda gizli...
Bu kitap gayba inananların kitabıdır.
İslamda inanma:
Aklın idrak edemediği kavrayamadığı meçhulden başlar.
Meleklere inanmak güçtür.
Ondan sora akıl hududuna girilir.
Kitaplara ve bu kitapları bildiren Resûllere kadar iner.
Tekrar aklın alamadığı meçhule dalar.
Âhiret gününe, tekrar dirilmeğe...
Bu, böyle kabul edilecektir.
Gayba inanlar için;
Burada aklın idrak hududu çiziliyor.
O hâlde İnanma akıl ile meçhulden başlayıp görünürse sonra da meçhule gidip kabul ve inanma vardır.
Bunları doğa kanunlarının bazan istisna gibi görünenlerini kendi akıl yorumu ile hâlledemeyip, merak saikası ile uğraşıp bir neticeye varıp evet demek de birşey ifade etmez.
Bulunduğumuz asrın fen, tecrübe, müşahede ve buluşları ile islâmiyeti tetkik ve bu zihniyet ile hakikate varma değil de...
Bu günkü asrı islâmi zihniyetle tetkik etmek yaraşır İslama...
İslâmi kabul etmeyen, inceliklerini ve hakikatlerini akıl ile kurcalayan bir zihniyet ile islâm tetkik edilmez...
Bir sürü ulema çıktı ortaya son senelerde...
Biz bunları tebrik değil, onlar islâmi tebrik etmeğe, ulaşmağa gayret etmelidirler.
İslâm, islâmı ecnebiden değil, Kuran ve Resûlü Ekrem’in bildirdiklerinden öğrenmiştir.
Kusto Bey senelerce denizlerin dibinde çalıştı.
Büyük tetkikler yaptı...
Astronot ayda tetkikat yaptı.
Ayda güneş görmedi.
Yolda giderken karanlıkta gitti.
Dünyayı aydan boşlukta dönerken seyretti.
Güneş ziyâsı hava dahilinde görünür.
Hararetini hava dahilinde hissettirir.
Ses havada duyulur.
Sesi nakleden havadır.
Uzayda, ayda hava yok.
Soğuk sıfır altı 200 derece.
Ses elektriğe tahavvül ederse o zaman iş değişir.
Saniyede 350 metre sürati olan ses, elektriğe tahvil edilirse saniyede 300.000 km. sürate çıkar.
Kusto yalnız Septe boğazındaki istisna gibi görünenle mi “ALLAH vardır!” dedi.
Astronot ezan sesi duydu da onun ile mi “ALLAH vardır!” dedi.
Şimdi: Kusto Beye, Astronot Beyefendiye 19 rakamı ile meşgul olan Mislere, bunların niçin böyle olduğunu izah etsem hemen çıldırırlar.
Bu iş Ledünnî’dir.
Ledünnü herkes bilmez.
Herkese Cenab-ı HAKK nasib etmemiştir...
“Benim bildiklerimi, gördüklerimi sizlere söylersem saçlarınızı yolar büyük bir keder içerisine düşer helak olursunuz”.
Buyuruyor Resûlü Ekrem bir hadîs-i şeriflerinde
İslâm hiçbir şeyle iftihar ve gurur duymaz.
Yalnız islâm olduğu için iftihar eder.
Bu iftiharda ilâhi tevazu gizlidir.
Bu da herkesin kârı değildir.
İlâhi emirleri, hükümleri anlama kabiliyeti akılda yoktur.
Akıl insana doğru yanlış terazisi olarak verilmiştir ve hududludur.
ALLAH’ın sırlarını ve ALLAH’ın mahiyetini ta’yin ve teşhis edecek hücre insan dimağında yoktur.
Kuran-ı Kerim’de:
1- ÂYÂT-I MUHKEMAT:
Herkes tarafından anlaşılan ve te’vili caiz olmayan âyetler.
2- ÂYAT-I MÜTEŞABİHAT:
Misal göstererek, benzeterek bildirilen âyetler.
3- ÂYÂT-I MU’TÂDE:
Belli âyetler, emirler, usuller, her okuyan tarafından anlaşılan âyetler.
4- ÂYÂT-I GAYRi MU’TÂDE:
Anlaşılamayan, doğa kanunlarının dışında görünen.
Akla zor giren veya sokulamayan âyetler.
Meselâ insanın su üzerinde yürümesi, karıncanın konuşması gibi.
Ceseden Tayy-i mekân...
Asrımızda akıl, fen ve bilgiler vardır.
Bunlarla ilâhi emirler anlaşılamaz.
Bundan dolayı dînin emirlerine insanlar kayıtsız kaldıklarından bocalama içindedirler.
Basit bir misâl:
Su ile ayağın üstüne meshedilir.
Su olmadığı zaman toprakla ayağın altına meshedilir.
Akıl bunu hâlledemez.
Sapıtır.
Saçmadır der.
Amma... İş öyle değildir.
Din akıl ile anlaşılamaz.
Kabul edilir o kadar...
Bazan bu gibi hadiselerde bir gözü yummak iki gözle bakmaktan daha iyi olur.
Hicretten evvel Mekke’de inen “El müddesir” sûresinde:
“Aleyha tis’aten aşere” âyeti çelilesi vardır.
Mânâsı şöyledir. “O var ya 19’dur”
19 orada 10 un üzerindedir.
“Tisaten aşer” 19 demektir.
“Aşere” olduğu zaman mekân ve mevcudiyet ifade eder.
Buna göre mânâ 19 bekçi vardır.
Nerede?
Âyet devam ediyor:
“Cehennemde...”
Ecnebilerin parıltılı kelimelerine bakıp onların arkasına takılıp gitmek, islâm diye geçinene ayıptır.
Akıl, insanda maddî idrak olan, ALLAH’ın bir hediyesidir.
Yani idrakin husulünü temin edendir.
Aklın akidelere boyun eğmesi lâzımdır.
Akide:
İnsan ruhunun derunundaki itikad cevheridir.
Yukarıdaki âyet-i Kerimede mânâ açıktır.
Ledünnî mânâsı da vardır.
Amma bu gibi işlere kafasını saplayanlara söylenmez...
Efendi Sen Biliyor musun?
Bilmem...
Bizde boş lâkırdı da yoktur.
Bu gibilere cevap nedir bilir misiniz:
“iki 8, bir 19, üç 20, bir 30” tekerlemesini söyleriz o kadar...
Gelelim biz bize, konuşalım kendimizle:
Parmağında kıymetsiz bir yüzük vardı.
Sordular :
“Nedir bu?”
Yüzüğü öptü :
“Anamdan hatıra...”
Yüzünde büyük ve derince kapanmış bir yara izi vardı.
“Peki bu nedir.”
“Harbte aldım...”
Bu sefer ağlamağa başladı.
“Niçin ağlıyorsun?” “Söylenecek şey değil. Ben de bilmiyorum”.
“Bir şey mi hatırladın.”
“Hayır” ve dedi:
“Unutulan ve hatırlanamayan hatıralar vardır!”
Tilki çardakta olgun üzümler görmüş sıçramış yetisememiş.
“Bunlar daha olmamış!” demiş yürümüş yoluna...
Bilmeden konuşmak doğru değildir.
Bu Tilki hikâyesi basit bir hikâye de değildir.
Dikkat edilirse Tilki çok zekidir.
Fakat Tilki üzüm yemez et yer...
Manevî işleri bilmeden mantık ve akıl ile onları zorlamayınız.
Hem dinleyene hem de söyleyene yazık olur.
Hiç olmazsa baba yâdigârıdır de sus!
Bırakacağın nam babanı utandırmasın!
Aklı almadı diye şaşırıp, aklın hududunu bilseydi.
Ne ayda ezan sesi.
Ne Septe boğazındaki iki deniz.
Ne de 19 rakamı gibi şeylerle:
“ALLAH’ı buldum!”demezlerdi.
Bunların hepsi aklın haddini bilmeyip de akıllı diye geçinene çifte atmasıdır.
Feza Astronotu aya çıktın!
Ay dünyaya bir karış mesafede.
Halbuki fezada milyarlarca ışık yılı uzaklıklarda neler var.
Sor bir defa rasathânedeki profesöre...
Ne arıyorsun oralarda ALLAH’ı mı?
“Buldum!” dedin ya, duydun ezan sesini artık dön geri.
Orada duydum dediğin ses o da meçhul ya...
Bu ezan yerden göğe çıkanların değil, gökten yere inenlerin sözü.
Yerde duymadın da ayda mı duymak lâzım imiş bu sesi...
Kusto Bey!
Senelerce deniz altını altüst ettin amma.
Kavanozdaki balık gibisin.
Septe’de gördüğün şey seni şaşırttı,
19 rakamını bulan bilgisayarcı profesör:
O bilgisayarı sen keşfettin.
Anlayamadığını kendi icad ettiğin makinadan öğrenmek, utanmıyorsun yazık!
Bildiğini bilmeden ve bunları alkışlayan islâm diye geçinen zavallılar size diyeceğim yok! Çünki sizde islâmî utanma yok!
30.01.1984
Ulema : (Âlim. C.) Âlimler. Osmanlı devrinde yüksek ilim ve fıkıh âlimleri. İlmiye mensublan.
“Ya eyyühellezine amenu la terfeu asvateküm fevka savtin nebiyyi ve la techeru lehu bil kavli ke cehri ba'diküm li ba'din en tahbeta a'malüküm ve entüm la teş'urun : Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.” (Hucurât 49/2)
Hâss : (C.: Havass) Hususi. Hâlis. Kıymetli ve ileri gelen mühim yakınların topluluğu. * Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan. Umumi olmayıp mahsus olan. * Tam ayar olan, yabancı maddelerle karışık olmayan ve içinde bozuk bulunmayan. Tek, münferid. * Saf. * Tar: Osmanlı İmparatorluğunun ilk zamanlarında, devletin büyüklerine ayrılan yıllık geliri yüzbin akçadan fazla olan arazi.
Hassa : (C.: Havass) İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Te'sir. Menfaat. * Adet ve alâmet. Ekâbir, kavmin ileri geleni.
Tefahur : Fahirlenmek. İftihar etmek. Kendini iyi görüp, kusurdan gaflet etmek.
Ecnebi : Yabancı. Garip. Alışmamış. Başka milletten olan.
Saik : Dürten, sevkeden, sürükleyen, götüren. * Sebep.
Muhkemat : Muhkem olanlar. Sağlam ve kuvvetli olanlar. * İçinde hüküm bulunan ve mânası açık olanlar.
Müteşabih : Birbirine benzeyenler. * Fık: Mânası açık olmayan âyet ve hadis. Kur'an-ı Kerim'in ve hadislerin mecazî mânalara gelen ifadeleri. "Muhkem" olmayan âyet veya hadis. * Zâhirî mânası kastedilmeyen ve teşbih ve temsil yoluyla hakikatlerin beyanında kullanılan ifade.
Mu’tad : Âdet. Âdet edilen iş. İtiyad edilen. Alışılmış olan.
“'Aleyha tis'ate 'aşere. Ve ma ce'alna ashabennari illa melaiketen ve ma ce'alna 'iddetehum illa fitneten lilleziyne keferu liyesteykinelleziyne utulkitabe ve yezdadelleziyne amenu iymanen ve la yertabelleziyne utulkitabe velmu'minune ve liyekulelleziyne fiy kulubihim meredun velkafirune maza eradallahu bihaza meselen kezalike yudillullahu men yeşa'u ve ma ya'lemu cunude rabbike illa huve ve ma hiye illa zikra lilbeşeri. : Üzerinde ondokuz (muhafız melek) vardır. Biz cehennemin işlerine bakmakla ancak melekleri görevlendirmişizdir. Onların sayısını da inkârcılar için sadece bir imtihan (vesilesi) yaptık ki, böylelikle, kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye öğrensin, iman edenlerin imanını arttırsın;
hem kendilerine kitap verilenler hem müminler şüpheye düşmesinler, kalplerinde hastalık bulunanlar ve kâfirler de: «Allah bu misalle ne demek istemiştir ki?» desinler. İşte Allah böylece, dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilmez. Bu ise, insanlık için ancak bir öğüttür.” (Müddesir 74/30-31)
İ’tikad : İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak. (Bak: İltizam)
Tebareke sûresinde Resûlü Ekrem’e hitap vardır:
“Nereye bakarsan bak yorgun olarak basın öne düşer Yâ Habibim! Kâinatın hiçbir yerinde kusur bulamazsın...”
Kusur kelimesi deşilirse, didiklenirse insanların beş duygusu bunları sınıflara ayırarak;
Güzel, çirkin, kokular, renkler tadlar ve şekiller kadrosunda birçok yanlışlıklara sapar.
Ahsen-i takvim yaratılan yani en mükemmel yaratık olan insanda 5 duygu vardır: Görme, işitme, tad alma, koku alma ve temasla duyma hisleridir...
Bazı şeyleri görürüz güzeldir deriz.
Bazılarını çirkin buluruz.
Bazı sesleri hoş bulur bazılarını işitmek istemeyiz.
Bazı tadları severiz.
Bazılarından nefret ederiz, bazı kokuları beğeniriz, bazılarından kaçarız.
Bazı temas duyguları hoşumuza gider, bazıları gitmez.
Yumuşak deriz, kadife gibi deriz, bazılarını sıcak soğuk diyerek reddederiz...
Yukarıda insanlarda olan bu duyguların müşterek bir kısmı hayvanlarda, kuşlarda, böceklerde, balıklarda hatta mikroplarda vardır.
Bazılarında yoktur...
Nebatlarda çemenden tutun da büyük ağaçlara, çiçeklere, meyvalara kadar hatta yer altı yer üstü sebzelere kadar bu hislerden bazıları vardır.
Kaliforniyalı bir profesör “The mechanictîc compection of life” ismindeki kitabında; müziğin nebatların büyümesine, ışığın bazı hayvanat üzerine tesirine, çiçek ve nebatların üzerine tesir ettiğini ve bunların duyguyla alâkadar olduğunu senelerce evvel ispatlamıştır.
Bu satırları yazmamız aşağıda anlatacağımız hususlara itiraz ve dudak bükeceklere küçük bir misaldir.
Bugünkü asra kadar hatta beyin bile, ispatlanan birçok şeylerden bahsetmiyoruz.
Onları okumuş, duymuş ve işitmişsinizdir.
Kâinattaki bütün kanunlar, insan, hayvan, nebat, maden, su her şeye; sıcak soğuk, ses, ışık ve karanlığın tesiri bir meddi cezir hâlinde devam edip gelmektedir.
Bu küçücek gazete makalesi gibi sözlerden sonra mevzumuza girelim:
İnsandan bahsediyoruz...
İnsanın bir müsbet, ruhî, bir de menfi maddî tarafı vardır.
Menfi tarafla mücadele edilmez.
Maddî taraf tabiat kanunlarına tabi’ ve bağlıdır..
Maddî tarafın bu kanunlardan ayrılması cesedî ârızaları tevlid eder.
Bunlar o kanunlardan bilerek veya bilmeyerek, görerek veya görmeyerek ayrılmanın neticesidir.
Cesedi bu kanunlara uygun olarak muhafaza etmek, o kanunlara hürmet, ta’zim, ve sevgi demektir...
Bu düzeni temin için Cenab-ı HAKK yarattığı insan makinesinin nasıl işleyeceğini ve muhafaza edileceğini târifname ile bildirmiş.
Ve ruha hitaben de birçok tavsiyeler vermiş.
Ve eline garanti makbuzu vermiştir...
O makbuz nedir?
Neresini garanti etmiştir.
Hepsini mi, yoksa bir kısmını mı, burası asıl nokta işte...
Evvelâ akıl vermiş, irade vermiş...
Cesedin yani maddî tarafın garantisi için rızkı kendi üzerine almıştır.
Hatta bunu bile başa kakmaz...
“El kâsib habîbullah”.
Ne demek bu?
“Alın teri ile kazanan ALLAH’ın sevgilisidir.”
Yani çalışıp kazanan, rızkını verenin ALLAH olduğunu katiyyen unutmaz.
Unutsa bile yine unutmamıştır.
“El rızk aleallah”
“Rızık ALLAH’ın üstünedir...”
Kuldan “sebep olmaktan başka” birşey beklenemez.
“Bekleme!” demektir.
Bazı şeyleri maddî taraf için, mecburiyet altına girmesini arzu etmiştir.
Emretmiştir.
Akıl ve iradene hürmet ve nezaket göstererek bu tarafı serbest bırakmıştır.
Ateşe yakma hassası vermiş.
“Sana dokunanı yak!” demiştir.
Maddî tarafa zarar verenleri ruha bildirmiştir.
Ruhî tarafa zarar vereceklere de gizli aşikâr emir ve mecburiyet altına girmesini arzu etmiştir.
Emretmiştir.
Sonra:
“Benden geldiniz dünya yüzüne, tekrar Bana döneceksiniz, kendinize dikkat edin, yek diğerimizden uzaklaşmayalım. Ben yine sizinle daima beraberim!” buyurmuştur. Âyet...
HAKK indinde mubah olarak bildirilen şeylerin, fiillerin, rızıkların içinde faydalı olanlar arasında da haramlar vardır.
Yasaklar vardır.
Fakat bu haramları işlemek, yapmak mesuliyeti mucib değildir.
Bu nasıl lâkırdı diyeceksiniz.
Hele kendini topla dinle bakalım...
Haram, aslında HAKK’a yanaşmak kabiliyetini insandan alan hareket, işler, rızıklardır.
Her şeyin bir “Ahsen”i vardır.
O daha en güzeldir. “Ahsen”dir.
İbadetlerde abdest almak farzdır.
Abdestsiz ibadet haramdır.
Yasaktır.
Emre isyandır, küfürdür.
Fakat namaz abdestsiz gezmek günah değildir.
Abdestsiz yemek ve içmek haram değildir, günah da değildir.
Zina haramdır.
Günahtır.
Mes’uliyeti mucibdir.
Nikâhlı olarak cima yapmak birşey değildir.
Hatta mubahtır.
Helâldir.
Emirdir...
Fakat daima Abdesttli bulunmak, abdestsiz yememek, içmemek, konuşmamak “ahsen” dir.
Soğan, sarımsak yemek mubahtır, helâldir.
Fakat bunları hiç yememek “ahsen”dir.
Yüksek sesle konuşmak, tebessüm etmek, sessiz göz yaşı dökmek, az yemek, az uyumak, “ahsen” dir.
Dedikodu, yalan söylemek haramdır.
Daima doğruyu söylemek, hiç yalan söylememek, dedikodu yapmamak, sohbet etmek “ahsen” dir...
“ALLAH yavaş konuşanları sever.” Kudsî hadîs “Helak olacağınızı bilseniz yalan söylemeyiniz” Hadîs.
Burada tavsiye vardır.
Menn etmek yoktur.
“İyi sözler söyleyen topluluğa rahmet melâikeleri iner”. Hadîs.
“Sarımsak, soğan yiyen kimse topluluğumuza sokulmasın!”. Hadîs.
Burada Resûlü Ekrem rica ediyor.
Lütfen gelmesin!
Menn etmiyor.
Altında bu tavsiyenin bir şey gizlidir.
Onu bulmaya çalış...
“Yalan söyleyen, dedikodu edenlerle oturmayınız.Onlardan kaçın.” Hadîs.
“Erken yatın! Güneş doğmadan kalkın!
Rızıklar sabahleyin taksim olunur”. Hadîs.
Bunları yapmamak günah değildir.
Fakat “ahsen” dir.
Fakat HAKK’ın yardımıyla Tevfikiyle “ahsen” hududuna giren kimseye o zaman günah olmayan günah olur.
Mubah olan haram olur.
“Ümmetimin tövbe kapısı kapanmayacaktır.
Ta ki can boğaza gelinceye kadar!”
Bu tövbe cesedî tövbedir.
Cesede ait günahların tövbesidir.
Temiz geldiğin toprağa hiç olmazsa temiz gitmek içindir.
Cenazenin yıkanması gasli de bundan dolayıdır.
Cenaze namazı da ruhuna, kılanların bir tövbe yaptırmasıdır meyyite...
Burada HAKK’ın mağfiretini düşünün.
“Ümmetimin arasında şirk, karıncanın düz beyaz mermerdeki ayak sesinden daha gizlidir.” Bu hadîsi söylerken Resûlü Ekrem’in iki âlemi gören gözlerinden yaşlar geliyordu.
Bizler odun gibi duruyoruz.
Ve hem de bu yetmiyormuş gibi yek diğerimize saldırıyoruz.
Cenab-ı HAKK kendine karşı işlenen kusurları (suçlar değil) affeder.
“Lâkin gayrın hakkını asla” afvetmez.
“Lâ ilâhe illallah” diyen zâhiren islâmdır.
Şunu da unutmamak lâzımdır:
Kalbi, içi, insanın ALLAH ile kendi arasında gizlidir.
Onu ancak ALLAH bilir.
“Hüsnü zan” etmek “ahsen” dir.
Öyle şeyler, meseleler vardır ki;
İnanılmadığı takdirde insan kâfir olur.
Kur’ânın bildirdiklerine inanmayan kâfir olur.
Bir kısmına inanıp da bir kısmına akli itiraz bile insanı kâfir yapar.
Bir emri yapmamak başkadır.
“Böyle şey olmaz!” demek başkadır.
HAKK’ın emirlerini yapmıyor fakat bazı emirleri yapmak şartı ile inanıyorsa kâfir olmaz. “Efendim bizim inancımız vardır ama yapamıyoruz!”
“İnancın nedir?”
Sorarsan bilmez...
Bari yapmıyorsun.
Yasakları yapma!
Yok:
“Yapacağım!” derse o zaman paşam iş değişir...
İçki içer, oyun oynar, kumar oynar, plaja gider çıplak, baloya gider bunların hepsi küfürdedir.
Gusül yapıyorlarsa bunlara kâfir denemez.
Fakat yapmıyorlarsa islâm değildirler.
Küfürdedirler...
Bunlar bilmeden tamamiyle inkârdadırlar,
Ne söylerse söylesinler...
Tırnak büyütmek boya sürmek, saç boyamak erkekler de dahil, kadının çıplak gezmesi, plaja gitmesi islâm adatı olmadığı gibi o kimseye haramdır.
Bunların hepsi cesede haramdır, insan ilk defa cesedini küfre sokar.
Cesedini kafir yapar.
Ruhun kâfir olması çok güçtür.
KÂFİR ne demektir?
Kâfir HAKK’ı hiçe sayan ALLAH’ı inkâr eden demektir.
“Kâfir şeytan” diye söylerler.
Şeytan kâfir değildir.
ALLAH’ın meleğidir.
“Şeytan” müfred olarak meleğin lânet ile üzerine aldığı vazifenin ismidir.
“Şeyatin” cem’i olarak geçen lafz ise şeytanın birçok olduğu demek değildir.
Şeyatin ise insanlar arasında geçen, fena, kötü HAKK’ın men ettiği arzu hilâfına olan fiillerdir.
Lânetlenmiş fiillerdir.
Hareketlerdir, işlerdir.
Şeytan yaptırdığı bu islerden dolayı mesul değildir.
Fiilleri yapan insanlar bunlardan mesuldürler.
Şeytana küfredilmesi de küfürdür.
Lânet edilir o kadar.
Şeytan olmasaydı: HAKK’ın cennet ve cehennemi halk etmesindeki murad belli olmazdı. Medine’de inzal olunan “Kül euzu” lar da:
“Bütün hareketlerden, fiillerden, bunları yapanlardan ALLAH’a sığınırım!” demektir.
Bu iki süre defaten vahiy olunmuştur.
İNZAL: Defaten vahyolunan
TENZİL: Yavaş yavaş tedricen inmek mânâlarınadır...
Kadın “şeytan” işlerinin akis ettirilmek istediği bir aynadır.
Âdem’i Havva kanalı ile kandırdı.
O kadar...
Kadına şeytan denilemez.
Senin anan da kadındır.
Bunu da unutma ve dinle:
Şeytan niçin Havva’yı kandırmıştır?
Âdem’i kandırmamıştır.
Menn edilen nesne ne ise onu yedirmiştir.
Havva’yı kandırması bir sırdır.
HAKK muradının adeta bir kanunudur.
Şeytan Âdem’e secde etmedi.
Havva’ya secde meselesi mevzu bahis değildir, öyle bir emir de yoktur. Bazı kabahat gibi görünen şeyler bazı hakikat ve sırların örtülmesi içindir.
Yalan bundan dolayı haramdır.
Hatta şirktir.
Niçin şirktir?
Bu büyük bir meseledir.
Şeytanın davası Âdem iledir.
Havva ile değil...
Dikkat edersen Kadını yoldan çıkaran erkekdir.
Irzına tecavüz eden erkekdir.
Fahişe yapan erkekdir.
Cünub yapan erkekdir.
Hangi temizlikten, iffetden bahsediyorsun soytarı erkek!..
“Şeytan Havva’yı kandırdı!” söylüyorsun.
Meleklerde dişilik erkeklik yoktur.
Yalnız kadınlar için söylenen hadîs :
“İffetini muhafaza eden, beş vakit namazını kılan, dedikodu yapmayan kadın cennetliktir.” Bu hadîs erkeklere değildir, dikkat edilirse...
Cennetde hurilerden haber verilir.
Melekler genç kız şeklinde tasavvuf edilir.
“Melek gibi kadın!” deriz.
Şeytan, kadını temessül edemez.
Bir de Resûlullah’ı temessül edemez.
Resûlü Ekrem’e muhterem sahabeleri sormuşlar.
“Kimi sevelim Yâ Resûlallah”
“Namazı. Namazı. Namazı”
“Başka Yâ Resûlallah”
“Ananı. Ananı. Ananı...”
İşte muhterem sahabelerin Resûlallah’a sorup aldıkları cevab-ı Resûl bu...
Üç defa tekrar etmişlerdir.
Niçin?
ALLAH için sev!
Benim için sev!
Kendin için sev!..
Hafaza melekleri ana yolundan bahşolunur.
Zifafda erkeğin kılacağı 2 rekât namaz bunun içindir.
Bu bahis çok uzundur.
Derin bir sır deryasıdır.
Daha bildiğim kadar söylersem çıldırmak işten bile değildir.
Bilmediklerim çok.
Onları öğrenebilsem ben de çıldırırım...
Son olarak şunu söylemek lâzımdır.
Beş vakit namazını kılan, iffetli bir kadına eziyet edenin sonu hüsrandır.
Bu, “bunları yapmayan kadına eziyet edin!” demek değildir.
Namazın bağışlandığı hiç bir makam yoktur.
Yalnız kadına hayız zamanında bağışlanır.
Kaza yapmaz.
Orucu kaza eder.
Şunu da unutma:
Kadındaki “fadıl” erkekden 7 misli fazladır.
Bunu anlatmak zordur.
Araştır!
Âlim bulursan sor!
Kitap karıştır. Öğren!
Fadıl ne demektir?
Ben anlatamam...
Şunu da unutma:
Kadınlardan büyük velîler vardır.
Hz. Adviye. Tilmizei Sakafi. Gül Hatun veya Evliyâ Kadın.
Kar Yağdı Sultan daha binlercesi vardır.
HAKK’ın perdesi altında gizli...
Evliyâ kadınlar kimseden himmet almazlar.
Onlara HAKK tarafından kendilerine verilir.
Temizlikleri, iffetleri, HAKK’a ve Resûle bağlılıkları yüzünden onların duaları himmet yerine geçer.
Kadından şeyh yoktur.
Mürşid yoktur.
Bazı yalancı mürşidler, mürşideler ortaya çıktı.
“Benim mürşidim falan!” diye,
“Ben felan hanımın müridiyim!”
“Ondan izin aldım!” gibi söylentiler doğru değildir.
Kadın kendi kendinin şeyhi, kendi kendinin müridi, kendi kendinin mürşididir...
Aynı zamanda yüzlerce şeyh beyler ortaya çıktı.
Nakşibendî, Kadirî, Rifaî, Halvetî Yüzlerce...
Bu tarikatlar vardır.
Amma bu tarikatlerde artık “adam, efendi” kalmamıştır.
Hepsi sahtedir.
Menfaat üzerinedirler.
Zavallı insanlar da peşlerine takılmışlardır.
Hakikileri gizlidirler.
Hızır’dan başka onları bugünkü asırda bilen yoktur.
Bütün bu anlatılanlarla zihninizde bir kelime belirdi.
Günah...
Günahın cezasını Cenab-ı HAKK, kulun kendisine bırakmıştır.
Onun için bundan pişman olduğunu tövbe istiğfarla ALLAH’a bildirmesi gerekir. “Tövbe kapıları son nefese kadar açıktır.” ilâhi müjdesi budur.
Günah, inkâr ve red hududuna girerse küfürdür.
Küfrün cezası ALLAH tarafından verilir.
Bu ceza:
1- Cesedî,
2- Ruhî,
3- Nefsîdir.
Rızkın azalması, hastalık, belâ, fertlere ayrı ayrı...
Bu ceza bir de kitlevi olur ki; kıtlık afatı arziyye, afatı semâviye, afatı maraziye şeklinde tecellî eder.
Sel, Zelzele, Şiddetli fırtına, Şiddetli sıcak,
Şiddetli soğuk, Kuraklık, Suların çekilmesi,
Salgın hastalıklar kolera gibi...
Buhran, Kıtal, Karışıklık,
Kütlevî huzursuzluk, Pahalılık...
Bunların sebepleri:
Emirleri yapmamak, nehiylerden kaçmamak.
Erkeklerin zina yapmaları, Kumar, İçki, Yalan, Hırsızlık,
Hırs, Lükse konfora düşkünlük, israf, Kanaatsizlik, Adâletsizlik, Rüşvet. Faiz...
Bütün bunlar şükürsüzlük ve hamdsızlığın neticesidir.
Bunlardan mesul olanlara ses çıkarmamak da küfürdür.
Bugünkü cemiyetimizde;
İmam hatip okulları açmak, Kur’ân kursları ihdas etmek, Vaaz etmek, inanç ve düşünce hakkında tenkid etmek birsey ifade etmez.
Hatta tehlikelidir de...
Zafer biraz da hasar ister.
Binlerce kişi ölür.
Harb kazanılır.
Sonra ölüler unutulur, şenlik yaparız...
Teker teker kendi kendimizi düzeltmek sûretiyle islâmda meknuz “gizli” olan kalb iman kılıcını çekip, ALLAH yolunda o zaman kelle vermek lâzımdır.
Başkası boştur.
Şahsî cihad olmadan umumî cihad yapılamaz.
Şahsî cihadı yapıp kendini düzeltenlerin artık umumî cihada ihtiyacı kalmaz.
Dua zamanı geçmemiştir amma.
Öyle dua edecek, utanmadan söz söyleyecek adam nerede?..
Resûlü Ekrem, hadîslerinde buyuruyorlar :
“Benden sonra,yakın bir zamanda bir takım emirler gelecektir ki, yalan söylerler zulm ederler.
Her kim onların yalanlarını tasdik eder, yaptıkları işlere, verdikleri hükümlere yardımda bulunursa o kimse benim ümmetimden değildir.
Ben de onun peygamberi değilim.
O kimse kıyametde benim yanıma gelemez.
Zira melekler o gibi kimseleri benim yanımdan kovarlar.
Bu gibi zâlimlere ALLAH cenneti haram kılar.
Zâlimden korkan, ona can ve rızık korkusundan boyun eğen kimsenin yüzüne bakmak bana haramdır.
Haberi olmadan o kimse HAKK’a isyan etmiş ve inkârdadır.
ALLAH’ın lâneti üzerlerinedir.”
(Dikkat edilirse Resûlü Ekrem beddua etmiyor. Lânet kelimesi ile Cenab-ı ALLAH’ın bu kimseleri sevmediği ilân ediliyor.)
Bu zümreye dahil olanların ibadetleri makbul olmaz.
Bunlar yalancı ve ALLAH indinde münafıkdırlar.
Tövbeleri de makbul değildir.
“Ümmetimden kimsenin yarın HAKK huzurunda beni mahcup etmemesini isterim.”
HAKK’ın cehennemi müthiştir.
Târif edilemez.
Orada insan ne yaşar ne ölür...
“Benim ümmetim yağmur gibidir.
Evveli mi âhiri mi hayırlıdır bilinmez!..”
Hakîki mü’min her an şehid olabilir.
Yalnız şehâdet şerbeti dost elinden içilmez.
HAKK’a düşman olanın elindedir bu şerbet...
Şeriat diye bir söz vardır, ilâhi emirlerin ve Resûlü Ekrem’in bildirdiklerinden çıkarılmış, islâmın dünya ve âhiret kanunudur.
Cemiyet nizamının temini, bozulanların tamiri, cezaları, mükâfatları cami hükümlerin hepsidir.
İslâmın muhafızı ve selâmetle imrar-ı hayat etmesini temin eden usul ve değişmeyen kaidelerdir.
Hiçbir yerinde fazilet, adâlet, doğruluk, ve HAKK’ın emrine zıt toz kadar bir madde yoktur.
“Din işleri başka, dünya işleri başka!” sözü tamamiyle küfürdür.
Hepsi bir küldür.
Bundan ayrılan islâm değildir.
Amma bugün şeriat diye ağızlarına doladıkları şeriat kelimesi bambaşka birşeydir.
Peki nedir?
Ne olur?
Onu bilmem...
HAKK’ın kanunu hakkında söz söyleyecek bir selâhiyetim yoktur...
Eskiden dünya işlerinde hak aramada, devletin büyüğüne, valisine, kaymakamına, kumandanına verilen yazılı bir arzu ve isteğin yani dilekçenin sonuna şu cümle basma kalıp olarak ilâve edilirdi:
“Ol babta ve hâlde emr ü ferman hazreti menlehü’l- emrindir”.
Bu ne demektir:
“Şikâyetim ve isteğimi bu dilekçe ile arz ettim makamınıza!”: “Bundan ALLAH’ın emrine peygamberin bildirdiğine, adaletsizliğe, kanuna aykırı bir şey varsa onu siz takdir edeceksiniz.
Eğer bir hata varsa onu düzeltiniz.
Eğer yoksa hakkıma yardım ediniz.
Bütün töhmet, ALLAH yanındaki mesuliyet size, vereceğiniz emre aittir.
Bu adâleti hatırlamanızı bir vazife bilirim.
Emrü ferman sizindir!
Demektir...
“Summerci'ilbasare kerreteyni yenkalib ileykelbesaru hasien ve huve hasiyrun. : Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.” (Mülk 77/4)
Meyyit : (Mevt. den) Ölü. Cansız. Ölmüş.
Müeyyide : Te'yid eden. Te'yid edici. Kuvvetlendirici. * Kanun ve ahlâk emirlerinin yerine getirilmesini te'min eden kuvvet.
Zifaf : Gerdeğe girmek. Gerdek
Fadl : Fazıl. (Fâdıl) Fazilet sâhibi. Üstün kimse.
İhdas : Yeniden bir şey yapmak. Ortaya koymak. Meydana koymak. (Bak: İbda', Hudus)
Cami : İslâm mâbedi. İbadet yeri olan bina. * Cem'edici, toplayıcı, içine alan. * Cem'etmiş, toplamış bulunan, hâvi ve muhit olan. * Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm bütün evvel ve âhir güzel isim ve ahlâkı kendisinde cem'ettiğinden dolayı ona verilen bir isimdir. * Ehl-i Hadis ıstılahınca da; Buhâri Hadis kitabları gibi, babların sekizini birden cem' eden büyük hadis kitablarına da Câmi denir veya Sünen ismi verilir.
İmrar : Geçirmek. Mürur ettirmek. * İpi sağlam bükmek. * Acıtmak. Acı olmak.
İmrar-ı hayat : Hayat geçirmek.