CEMÂL-İ MUTLAK

CEMÂL : Zâhiri ve bâtını güzellik CEMiL : Maddî ve mânevî güzel

“Ennallaha cemil yühibbul cemâl : ALLAH cemâldir, cemâli sever.”

Cemâl: Lütuf ile tezahürü.

Cenab-ı ALLAH’ın cemâli yani güzelliği; bir sonsuz ölçü ve kavramı olmayan bir güzeldir, olarak târif edebiliriz.

Cenab-ı HAKK kendi bu güzellikleri ile süslediği insana, kendisini zikretmesini emretmiştir.

Bir menekşe çiçeği tohumunda renk yoktur.

Koku, dal, budak, yaprak hiç birşey yoktur.

İşte bu tohum intaş edip kendisi kaybolduktan sonra, yeşil ve muhtelif renklerle güzel çiçek hâlinde kokulu görünmesi, anlamadığımız tohumun içinden çıkmıştır.

Ondan gelmiştir.

O hâlde tohumda cemâl vardır.

Çiçek açıp tohum kaybolduğu zaman çiçek cemildir. Güzeldir.

Zikirde hedef mutlak cemâlin sahibi ALLAH’dır.

O hâlde zikredici de kendisidir.

“Lâ ilâhe illallah”,

ALLAH lâfızları ve söylenen kelimeler zikre yani zikretmeye âlettir.

Yani hakiki zikre girebilmek müsadesidir.

“Zikir”;

Bunlardan sonra kalble husule gelen bir hâlet vardır ki zikir işte odur. Mahlûkların haddine mi düşmüş onu zikredebilsin.

“VELE ZlKRULLAHİ EKBER”

“En büyük zikir ALLAH’ın zikridir.”

O zikre girebilmek için ancak, sükûn olmayan kâinatdakî titreşim ki tesbihatdır, o tesbihata girmek gerekir.

1227 senesinde vefat eden Ümmî Sinan ve Şaban-ı Velî’ye bağlı Şeyh Mustafa Zekâi bunu şu dört mısrada anlatmıştır.

1- Yâ Resûlallah, Cemâlin kulhuvallahu ahad

2- Kütbolunmuş levhi ruhsarında Allahussamed

3- Lemyelid zâtın, velemyuled sıfatın vasfıdır.

4- N’ola şanında denilse lemyekün küfüven ahad

Bunları anlamak için:

Bir iki lâkırdı söyleyeceğiz.

Bunları, tepinmezsen, vır vır etmezsen anlarsın.

1- Halifenin kesesinden zekât verilmez

2- Garibe bir selâm bin altın değer

3- Ismarlama hacc “hacc” olmaz

Münakaşaya girme!

Bizi dinle!

Bu böyledir.

“Aklınla köprüyü arayıncaya kadar, deli suyu geçer!”

Sakın yemin etme!

Yemin yalanın tokmağıdır.

CELÂL: Nihâyet derecede azamet, sonsuz büyüklük.

ZÜ’L-CELÂL: Celâl sahibi.

Sonradan kazanılma değil.

Aslında var.

Celâl: Kahır ile tezahürü.

Bu tezahürü görenin durumuna göredir.

Pınar başında olan suyu su olarak görür, bilir.

Çölde yanan, suya başka türlü bakar ve görür.

Bunun gibi...

Görmede ziyâya ihtiyaç vardır.

Rüyada buna ihtiyaç yoktur.

A’ma görmez, fakat rüya görür.

Rüyada renk, ses vardır, gölge yoktur.

Rüyada kavga, harb vardır. Fakat küfür yoktur.

Bunları akıl ile kurcalarsan birçok hâlledilemeyen meseleler ortaya çıkar. Uyandıktan sonra gördüklerin, işittiklerin hafızaya nakşedilmiştir.

Bunları anlatırsın.

Bazı rüyalar evvelden haber vericidir, çıkar.

Bazıları başka şekillere bürünür, anlayamayız.

Tahminler yaparlar.

Bu ise hakikatleri parçalamaktır.

Kâinatta her şeyde bir mükemmeliyet vardır.

Görünür görünmez bir asâlet ve büyüklük mevcuttur.

Işık süratiyle ölçülemeyen sonsuz kâinatdaki azamet ve intizam...

Aklın kavrayamayacağı uzaklıklarda milyarlarca dünyalar, yıldızlar dönüşüyor.

Şaşmadan herşey ALLAH’ı tesbih ediyor.

İşte bu azamet ALLAH’ın celâlidir...

Herşeyi, aklı örselemeden, incitmeden, okşayarak üflersek celâl sıfatının derin mânâsını İsra süresindeki su âyetle anlatabiliriz.

“Yedi gök, yeryüzü ve bunların içindekiler (yani sonsuz namütenahi kâinat demek) Ve yüce ALLAH’ı tesbih edip durmaktadırlar. Varlıkta hiç birşey yoktur ki ALLAH’ı hamd ile tesbih edip durmasın. Fakat siz onların tesbihlerini anlayamazsınız.”

3.9.1982, Pazar

İntaş : (Tohum) toprakta çimlenme.

“Ütlü ma uhiye ileyke minel kitabi ve ekimis salah innes salate tenha anil fahşai vel münker ve lezikrullahi ekber vALLAHü ya'lemü ma tasneun : (Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. ALLAH'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. ALLAH yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût 29/45)

“Tüsebbihu lehüs semavatüs seb'u vel erdu ve men fihinn ve im min şey'in illa yüsebbihu bi hamdihi ve lakil la tefkahune tesbihahüm innehu kane halimen ğafura : Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, halîmdir, bağışlayıcıdır” (İsrâ 17/44)