BEN = Zât-ı Ahadiyetleri...
BiZ = Esmâlarıyla tecellî şekilleri, kudret ve güçlerin ve bütün bu tecellîlerin ustası, yapanı yani “RABB”ı...
Bu doğrudur. HAKK’dır.
Ben= Vahiy = Zât-ı Ahadiyetinden sudur eder.
Biz = Kudret ve kuvvetlerinin tezahürleridir.
Muntazam değişmeyen bir kanun hâlinde...
Maddî ve mânevî ne varsa hepsi dahil...
Vahyin Şekilleri:
1- (Ben) dağa vahyettim.
2- (Ben) Ağaca vahyettim.
3- (Ben) Arıya vahyettim.
4- (Ben) Meryem’e vahyettim.
5- (Ben) Resûl’e vahyettim.
6- (Biz) Nebîlere vahyettik.
Âdem ve bütün Peygamberler göğe bakarak, oturarak, diz çökerek, ellerini göğe doğru kaldırarak, muayyen bir yıldıza bakarak vahiylerini daima gece alırlardı.
Ses olarak alırlardı.
İsa ayakta:
Turda göğe bakarak ellerini kaldırırlardı.
Vahyi daima gece alırlardı, ve muayyen yerlerde.
Musa Turda:
İsa dağda.
Vahiy, bunlara kuvvetli ilham şeklinde adeta duyarak işiterek...
Resûlü Ekrem ise zaman ve mekân olmadan her yerde gece ve gündüz mübârek kalblerine çevrilerek vahiy’i Cebrail’den alırlardı...
“Lâ nüferriku beyne ahadin mir Rusûlih” âyeti kerimesi.
“Ben”, “Biz” Lâfızlarında gizli HAKK’ın murad’ı ve arzusundaki hikmetin ifadesidir bu Âyeti Kerime...
Kelâmın sudur yeri aynıdır:
Musa’ya “İbranice”,
İsa’ya “Süryanice”,
Resûl’e “Arapça” ya çevrilerek gelirdi.
Aralarında Resûllerin fark yoktur lâfzı bunu ifade eder.
Mânâya çok dikkat ediniz!..
BEN = Ruha... Sırdır.
Biz = Cesed’de cari hayy’ın husule getirdiği bütün havas ve hassalar her türlü işleme, ahenk... Kâinattaki...
“Bunların içine dalmak için bazı Âyet-i Kerimeler vardır.
Bunları iyi anlamak gerekir!” demişlerdir...
l - “Er rasihûne fil ilim”
“İlimde rasih olanlar”
Rasih kimdir?.
2- “Fezkirunî Ezkirkûm”
“Beni anınız, ben do sizi anarım.”
3- Ennellahe Rabbe Rabbeküm:
“Ben ALLAH, RABB’bım! sizin de RABB’ınızım!”
4- “Velekad kerremnâ benî Âdem’e”
“Âderm’e kerem olarak hüner ve keramet “Verildi”...
“Verdik” denmiyor.
“Verildi” yani gizli gibi.
Sanki:
“Ara bul!” onu demektir...
5- “Velezikrullahu ekber”
“En büyük zikir ALLAH’ın zikridir”
“Beni anınız!”
Tavsiye ediyor.
O zaman: “Ben de sizi anarım!”
Serbest bırakmış, sana verileni bulursan...
“Ben de sizi zikrederim!” demek;
Benim zikrime girersin, işte o zikir en büyük zikirdir ki ALLAH’ın zikridir.
6- “Ekimussalâte’z- Zikrî”
“Benim zikrim için namaz kıl!”
Benim zikrim ne demektir?
7- “Ene celisu min zikrî”
Ben beni zikredenle hembezmim...
Kur’ân-ı Kerim’de:
Bazen Cenab-ı ALLAH doğrudan doğruya konuşur.
Bazen Resûl’un ağzıyla konuşur.
Bazen ortak gibi başkasının ağzından konuşur.
Bazen yokmuş gibi, başka biri konuşur zannedersin.
“Yarattık”, “Yarattı”, “Yaratacak”, “Yaratıldı” Lâfz-ı celilleri bunu apaçık ifade etmektedir. Daha fazla söyleyemeyiz...
Aklın eremediğini akla sokmağa calışmakda akla hakaret vardır. ALLAH’ın yarattığı şeylerde ALLAH’ın kudretini görmeye çalış! ALLAH’ı ispata kalkmak şüphe etmenin tam kendisidir. ALLAH’ı yarattığı şeylerle varlığını ispata kalkma!
Kime ispat etmeğe uğraşıyorsun?
Sen bilebildin mi?
Evet mi?
“Evet!”
O hâlde sus.
“Hayır!”sa defol kitabımızı okuma!..
ALLAH’ın dışında değilsin ki onu göresin.
Siz kendi kendinizi dışarı attınız aklınızla...
Sonra o akıl ile ne arıyorsun?..
Hiçlik, yokluk diye bir şey yoktur.
Herşey vardır.
Aklın durduğu ve boşlukta kaldığı hudud, ötelerin ötesidir.
Fakat akıl yine çırpınıyor.
Nedir bu ötelerin ötesi?
Başı da yok, sonu da...
Ne yapacaksın ötelerin ötesini?..
Merak değil mi?..
Öğrendin ne olacak, cevap veremiyeceksin şimdiden söyleyeyim... Tımarhâne...
Bunlara akıl “Ermez” değil... “Yetmez”...
Elbette açılır birgün perdeler ötenin ötesinden, sana da görünür öteler. Bu dünya perdesinde...
Bunlara aklı yeten var mı?
Olmaz olur mu!
Bak onlardan birinin söylediklerini söyleyeyim dinle:
Sonra o mübârek zâtın ruhuna abdestli olarak bir fatiha oku.
Abdestsiz fatiha okunmaz ha!..
“ALLAH’ı idrakden âciz olduğunu beşer hissettiği dakikada O’nu idrak etmiştir”.
“ALLAH’ı bulamıyacagını anladığı dakikada insan ALLAH’ı bulmuştur”...
O zaman ötelerin ötesi nedir burnunun ucu kadar yakın olduğunu anlarsın.
Hayır ve evetin dışında cevaplar vardır.
Hataların güzel tarafları vardır.
Ümitsiz olmamalıdır.
Bunları hakkıyle öğrenirsen Resûlü Ekrem’in o zaman:
“Gözümün nûrudur” dediği namazın mi’rac olduğunu anlarsın.
Mekânda iken Lâ mekâna dalmak, kudret âlemine sokulmak olduğunu, namaz nedir anlarsın. İnsan “Ahseni takvim” yaratıldı.
O hâlde “insan” aklın varamadığı Lâmekânı içine almış bir mekândır.
Akşam ve sabah namazları mi’rac’ta emrolunmuştur.
“Güneş dogmadan evvel, güneş battıktan sonra namaz kıl!” emir böyle...
Bu namazları vaktinde kıl!
Onların kazası yoktur.
Kim ne mırıltı ederse etsin...
Hatta Resûlü Ekrem :
“Süvariler sizi kovalasa bile sabah namazının sünnetini kaçırmayın” diye buyurmuştur.
Bu, Resûlü Ekrem’in sabah namazına verdiği kıymetin gizli ifadesidir.
(Bilmediğimiz bir âlemde) Mi’rac’ta Cenab-ı ALLAH tarafından:
“Güneş dogmadan ve battıktan sonra” namaz kılmak emrolundu.
Arada vasıta yok.
Doğrudan doğruya.
Sonra âyeti Kerime ile te’kiden bildiriliyor.
Kur’ân-ı Kerim’de:
“Sabah akşam namaz kıl!” o kadar.
Miktar yok...
Ondan sonra Cebrail vasıta olmadan, “An-ı vahit”te Mekke’ye döndü...
İmkân âleminden kudret âlemine kendisine vasıta Cebrail’di.
Kudret âleminden imkân âlemine gelmede vasıta yok...
Resûlü Ekrem mi’rac’tan döndüğü gece uyuyamıyor.
Sabah güneş dogmadan Cebrail geliyor, imam oluyor, Resûlü Ekrem’le birlikte iki rekât
sabah namazı kılıyor.
Cebrail namazda cehri okuyor.
Akşam’ı büyük bir heyecan ve sabırsızlıkla bekledi Resûlü Ekrem...
Cebrail ve Mikâil aleyhîsselâm geldiler.
Yine Cebrail cehri okuyarak namazı kıldırdı ikinci rekâttan sonra kaidede otururken Cebrail “ALLAHu Ekber” dedi ve ayağa kalktılar.
Bu arada, Cebrail ile Mikâil kayboldu...
Resûlü Ekrem ne yapacağını bilemedi, hafî olarak bir fatiha okudu veya okumadı, kati olarak bilmiyoruz.
Üçüncü rekâtı tamamladı ve selâm verdi.
Müteakiben iki rekât daha namaz kıldı.
Bu iki rekâtın sebebini açıklamak doğru değildir.
Bize düşmez.
Halvette öğrenmek ancak belki mümkündür.
Haketmiş ise o da...
Hadîste: “Süvariler sizi kovalasa yine siz sabah namazının iki rekât sünnetini bırakmayın!” Söylemesi bir tavsiye değildir.
Gizli bir hikmetin ifadesi olduğu gibi, kendilerine has bu nezaket içinde ümmete emirdir. Çünkü emirin yalnız ALLAH’a ait olduğunu bildigindendir.
Cebrail Aleyhisselâm ile birlikte kıldılar.
Cebrail’in bu namaza refakati da muhakkak ki emirledir.
Vaktinde kılınmayan sabah namazı öğleye kadar (bilirsiniz) kaza değil sünnet ile birlikts kılınmasına ruhsat verilmesi bundan dolayıdır.
Halbuki sünnetlerin kazası yoktur.
Ertesi günü sabah namazında Resûlü Ekrem Cebrail’i bekledi, gelmedi. Hemen iki rekât sünnet namazı kıldı.
Bekledi Cebrail gelmeyince iki rekât sabah namazı farzı kıldı.
Sabah namazının sünneti Resûlü Ekrem’in şükür namazı oldu...
Bazı kimselere vakit geçse bile akşam ve sabah namazları kazaya kalsa bile sünnetleri de birlikte kılınır.
Sebebini söylemek doğru olmaz... (Fetva-yi Hindî).
Akşam namazının sünneti için birşey söylememeleri, niçin söylemedikleri de bir hikmete bağlıdır.
Hülâsa:
Sabah ve aksam namazlarını vaktinde kıl!
Nerede bulunursan bulun “sokakta, vapurda, tayyarede, trende” onların kazaları yoktur. Rekatlarından ziyâde vakitlerinin kıymeti vardır.
Kim ne söylerse söylesin, ne mırıldanırsa mırıldansın bu böyledir...
Mekke’de sabah ve akşam namazları kılınmıştır.
Abdest almak, gusül etmek henüz emrolunmamıştı.
Bunlar Medine’ye teşriften sonra emrolunmuştur.
Resûlü Ekrem yalnız ağızlarını çalkalardı ve:
“Ceddim Hz. İbrahim dua edeceği zaman böyle yaparmış..”
Medine’ye teşriflerinde:
“Hafizu alesselavati ves selatil vusta” âyeti indiği zaman:
“Ara namazları da kılınız!” emri üzerine beş vakit namaz olmuştur.
Sabah akşam namazlarında Melâikeler’de kendi tesbihatını bu namazları vaktinde kılanlarla yaparlar.
Onların vakitlerini bilmediğimizden:
“Sabah namazının sünnetini kaçırmayınız!”
Bir rahmetin kaçırılmaması için Resûl’ün gizli bir tavsiyesidir ümmetine... Unutmayın!..
Sabah vaktinde âlemde hersey başkadır.
Canlı cansız, her şeyde bir sükûn vardır.
Tam bu vakitte âfet olmaz.
O zaman azdır, kısadır.
Seher vaktidir.
O zaman bir rüzgâr eser.
Hayvanlar susar:
“Ven necmû veş seçeni yescudan” âyeti o zaman tecellî eder.
Şebnem o zaman düşer.
Muayyen bir çiçek ve onda “...” bir koku vardır, her şeyde...
Denizde “med-cezir” olur.
Kuşlar zikrederler.
Rızık dağılır.
Yıldızlar bile kıpırdamaz.
Bütün bunlar “Sünnetullah” kanunlarının fizikî, kimyevî, meteorolojik nizamı ile örtülmüş ve perdelenmiştir.
Kâinattaki bütün tabiî kuvvetler maddenin görünmeyen atomlarına ait hareket işleme hâlleridir.
Bütün kâinat, âlem, hareketten ibarettir.
Sükûn yoktur.
Tesbihat budur...
Kemâle erme, gelişme, hareket ve tekâmül vardır.
Eskiyen madde yerine hissolunmaksızın yeni maddeler ortaya çıkar. Herşeyin hakikatini bilmek mümkün değildir.
Hakikatler ya maddî veya mânevî olur.
Maddî ilimler his ve akıl ile, mânevî ilimler keşf ve ilham yollarıyla idrak olunur.
His ve akıl yoluyla idrak olunan maddî hakikatler, dış âlemin yüzünden istidlâl ile hasıl olan hakikatlerdir.
Dış âlemin iç yüzü keşif ve ilham ile hasıl olan ilâhi bilgilerdir.
Kelimesiz, sözsüz bir tebliğin, mesajın sözcüsü medyumu olmak herkesin kârı değildir.
Namazınızın bir kısmını evlerinizde “kılın!” “kılınız!” değil...
Teker teker bir ihtardır.
“Evlerinizi kabirlere çevirmeyin!” Hadîs-i şerifinde Resûlü Ekrem ne demek istemiştir? Kabirlerde namaz kılınmaz.
“Evinizi kabirlere çevirmeyin!” demekle,
“Evinize de rahmeti çekin!” demektir.
“Eviniz ölü değildir. Nûrlansın!” demektir.
En basit olarak bunu açıklamak da doğru değil... 26.2.1985
“....ve ma ya’lemü te’vilehu illellah, ver rasihune fil ilmî yekulune amenna bihi küllüm min indi Rabbina, ve ma yezzekkeru illa ülül elbab : .... Halbuki Onun te’vilini ancak ALLAH bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.” (Âl-i İmrân 3/7)
“Fezküruni ezkürküm veşküru li ve lâ tekfürun : Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!” (Bakara 2/152)
“İnneni enallahü lâ ilahe illa ene fa'büdni ve ekimis salate li zikri : Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Ben'den başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.” (Tâ Hâ 20/14)
“İnni ene rabbüke fahla' na'leyk inneke bil vadil mukaddesi tuva : Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabbinim! Hemen pabuçlarını çıkar! Çünkü sen kutsal vâdi Tuvâ'dasın!” (Tâ Hâ 20/12)
“Ve le kad kerramna beni ademe ve hamelnahüm fil berri vel bahri ve razaknahüm minet tayyibati ve faddalnahüm ala kesirim mimmen halakna tefdiyla : Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” (İsrâ 17/70)
“Ütlü ma uhiye ileyke minel kitabi ve ekimis salah innes salate tenha anil fahşai vel münker ve lezikrullahi ekber vallahü ya'lemü ma tasneun : (Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût 29/45)
“Ekimes salate li düluküş şemsi ila ğasekil leyli ve kur'anel fecr inne kur'anel fecri kane meşhuda : Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl; bir de sabah namazını. Çünkü sabah namazı şahitlidir.” (İsrâ 17/78)
Cehri : Görünmek, zâhir olmak. * Açıktan ve yüksek sesle olan söylemek veya okumak.
“Hafizu ales salevati ves salatil vüsta ve kumu lillahi kanitin : Namazlara ve orta namaza devam edin. ALLAH'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın.” (Bakara 2/238)
Te’kid : Kuvvetlendirme, sağlamlaştırma. * Üsteleme. Bir iş için evvelce yazılan bir yazıyı tekrarlama.
Hafî : Gizli. Açıkta olmayan. Saklı. * Fık: Sigasından dolayı değil, bir ârızadan dolayı mânası kapalı kalan lafız.
Müteakiben : Hemen arkasından.
“Ven necmu veş şeceru yescudan. : Bitkiler ve ağaçlar secde ederler.” (Rahmân 55/6) Tekâmül : Kemâl bulma. Olgunlaşma.
İstidlal : Dış delillerle analama.