UTANMAK GEREK

Resûlullah:

“Kızım insan hurisidir.”

“Fatıma benden bir parçadır.”

Fatıma huzurlarına girdiği zaman O’na Resûlullah ayağa kalkarlardı.

Kıyam ederlerdi.

Kıyam ayağa kalkmak amma, bu başka kalkmadır.

Bunu iyi bil ve öğren!

Niçin kıyam ederlerdi onu da öğren!..

“Gözümün nûru kızım!” buyurdukları, yanına girdikleri zaman kıyam ettikleri Fatıma’ya, bak ne söylemişlerdir:

“Kızım! Canını cehennem ateşinden kurtarmaya çalış!”

Burada Can Ruh değildir, işleyen, dünyada ruh’un oturduğu canlı olan cesed demektir.

“Zira farzları terk, yasak olan şeyleri işlemeniz, kendi kendini zedelemek olur ve bu sebeple azaba sürüklenmenize “ALLAH dilerse” yol açar. Üzerinize gelecek azab ve cezayı ref edip uzaklaştırmaya muktedir değilim!

Ben yalnız ruhunuz için,. HAKK önünde ALLAH’ın izniyle şefaat için yalvarabilirim! ALLAH herkese serbest irade vermiştir. ALLAH’ın kullara verdiği serbestiyeti ben nasıl kısıtlayabilirim. Mümkün olmayan bir şey...”

Hz. Fatıma kazaya namaz bırakmamışlardır.

Hakiki insana bundan fazla söylemek doğru değildir.

Ondaki kıymete hakaret olur.

Susarız...

Artık neden utanmak lâzımdır.

Sen bul..

Bugünkü devirde utanmak diye bir şey yok...

“Utanmak” dan “Utanan” bir devirdeyiz.

Yani utanmayı utanç sayan bir sürü...

Lût kavmi bile utanarak tarihten silindi.

Şimdi yeni dünya nesli, Lût kavmi kimdir bilmiyor ki...

“Utanma, hicab” Kelimesi utanarak lügat kitaplarına gizlenmiştir.

Arasan bile Lûgatlarda yoktur.

Garip...

Fakat doğrudur.

Arayın isterseniz...

Utanma, korku mudur, nedir bilinmez.

Elde olmayan bir hisdîr.

Utanma, ALLAH’ın verdiği en mukaddes bir duygu, ilâhi bir haslettir.

Cenab-ı ALLAH bile “Utanırım” Lâfzını kullanmıştır.

Utanan insan:

Yüzü kızarır.

Başını öne eğer ve susar konuşmaz.

Bunları tahlil et!

Neden oluyor?

Utanmayı davet edecek : Hareket. Söz. Her ne ise, dimağda neye tesir ediyor ki hem yüzde kızarma, hem başı Öne eğme hareketi ve dili susturuyor.

Bu hadise çok büyük ruhî, fizyolojik, hatta kimyevî değişiklikleri mucib oluyor.

Düşün, tetkik et!

Anlamaya çalış!

Bunlar insanın kendini anlamak yollarından biridir.

“Utanmaz!” diye bir lâkırdı vardır.

Bu fena mânâda yanlış kullanılmıştır...

Bugün hayâ ve utanma kalmamıştır.

“Utanmaz!” diye bir şey yok artık...

Hayâ ve utanma insanın haberi olmadan nesilden nesile intikal eden ilâhi bir duygudur, izah edemeyiz.

Bu duygular insanlardan uzaklaştı.

Sebep, o ilâhi hasletin bilinmeyen merkezini taşıyacak temiz cesed kalmadı.

Cesed insanın emrindedir.

Onu fenaya kullanırsa iyi hasletler buharlaşır uçar gider.

Yerinde bir nasır kalır.

Şaka söylemiyorum ayak altında bazı nasırlar vardır...

O nasırlar yalınayak gezmek veya ayakkabı vurmaktan değildir.

Senin haberin olmadan buharlaşan bir şeyinden dolayıdır.

Bu duyguları harekete getirmek kudretini ne kadar yazık ki kaybettik.

Zannetmem ki geri dönsün...

Bu sözlerimizi kan nakleder gibi damla damla anlamaya çalış!..

Dağ yürekli ol!

Melek gibi olmaya savaş!..

“Saçları beyazlaşmış, dağ yürekli kuluma sual sormaya hicab ederim” buyuruyor.

Bir hadîsi kudsîde her şeyin sahibi..,

Bunun mânâsının içine dal, kabukta kalma!..

Haramlar, yasaklar, bu temizliği muhafaza için kula bahşedilmiş çârelerdir.

Yasaklar:

HAKK’a yanaşmak edebini kaybettiren nesnelerdir.

Islâmda;

Gıbta, dedikodu, hased, kanaatsizlik, adâletsizlik, yalan, hırsızlık hepsinde Hakkı yani doğruyu inkâr gizlidir.

Hepisi ruh’a haramdır.

Faiz ruh’a haramdır.

Dikkat et!..

İşin şakası, te’vili yok...

“Her meydana çıkıp zuhur eden, o zuhur eden şeyin içinde kalandır.”

Bu sözü saatlerce düşün!..

Hülâsa;

İnsanın öte âlemden bir cevheri vardır: “Ruh”.

Bir de mekânda ruh’un oturduğu maddî cesed cevheri vardır.

Ruhî tarafın galip gelmesi murad edilmiş ve insan o mekanizmayla yaratılmıştır.

HAKK’a yanaşmak için bu hususlara ruhun temiz kalması, ilâhi muradın isteğidir.

Her insanda et ve kemikten ibaret olan:

1- Tutulur.

2- Görünür.

3- Tartılır.

4- Muayene edilir bir kısım vardır, buna “vücud” diyoruz...

Nil nehrini Mısır’dan,

Dicle ve Fırat’ı Mezapotamya’dan,

Ganj’ı Hindistan’dan,

Amazon’u cenubi Amerika’dan,

Pınarları Anadolu yaylalarından kaldırınız!

Hepisi bir iskelet ve insan ruhuna üzüntü ve utanç veren bir harabe, bir çizgi hâline inkilâb eder.

Biraz evvel târif ettiğim insan vücudundan, ruhanî âlemini ve bu âlemin güzelliklerini kaldırınız.

İnsan bomboş kalır...

Bu boş tarafı dolduran kısma “insan” diyoruz.

Ete, kemiğe değil...

Dış nisbetlerin sahte tefsirine kapılıp iç nisbetlerin hakikatinden ayrılmamak lâzımdır. Baktığı şeylerin gerisinde bir görünmeze bakan gözler bugün azaldı dünya yüzünde... Böylelere ras gelirsen onları dinle!

Onlar, fikirlerini kan nakleder gibi damla damla söylerler.

Ben insanı severim.

insanın sevilecek tarafını seveni unutmazlar.

Sevenler toplarlar benden sonra söylediklerimi...

Her şeyin parlaklığı karanlıkta görünür.

Yıldızlar karanlıkta parıldarlar görünürler.

Yahut biz onları karanlıkta ancak görebiliriz...

Herhâlde karanlığa intikal edenlerin kıymeti sonradan anlaşıldığı için “Filânın gecesi” diyoruz.

“Günü” Demiyoruz...

Ne yaptığını, ne yapacağını, ne söyleyeceğini düşünerek icra et!.

Ateşe yanaşan tavuk kızarır.

Ateşe bir şey olmaz.

Tavuk lezzet değiştirir.

Hoşa gitme o zaman başlar.

Yalnız çiy et yemek âdet değilse.

Tavuk misali olmamalıdır...

Şunu kat’iyyen unutma!

Resûl’ü Ekrem’in haber verdiği hakikat şudur: islâm’da hiçlik ve yokluk mefhumu diye birşey yoktur.

Herşey vardır.

Böyle olduğuna göre:

Kâinatın kusursuz düzeninden hareket ederek ALLAH’a ulaşmaya çalış!

Kendi kendine uzaklık yaratma!

Deryada damlasın, deryanın içinde kimi arıyorsun?

Birliktesin...

Her şey bir aynadır.

Nereye baksan kendini görürsün.

Be budala daha ne istiyorsun?

Ama kızma, çünkü yine anlamadın dediklerimizi.

Malak...

16.4.1985 Salı

Cevher : Bir şeyin özü, esası.

Mucib : (Mucibe) İcâb eden, lâzım gelen. * Bir şeyin peydâ olmasına vesile ve sebep olan. Gereken. Gerektiren, lâzım gelen.

Nasır : ayakta oluşan ve acı veren sert deri katmanları.

Gıbta : İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etme.

Te’vil : (Tefil veznindendir) Bir nesneye redd ve irca’ etmek. Döndürmek. Te’vil kelimesi, bazı müfessirlere göre, rücu’ mânasına olan "Evl: " den alınmıştır. Müfessirlerce: Bir âyet-i kerimenin mânasını bir nesneye irca’ ile beyan etmektir. Bazılarınca da (Evvel: ) lâfzından alınmış olup kelâmı evveline sarf ve irca’ eylemektir. Bazılarınca da hükümet ve siyaset mânasına olan (İyalet: ) den alınmıştır ki, te’vil eden kimse, zihin ve fikrini kelâmdaki sırrın tetebbuuna taslit etmekten ibarettir ki, kelimeden maksud olan mâna zâhir ve söyleyenin muradı aşikâr ola. Tefsir ve te’vil beynindeki fark ise: Tefsir: Nüzul-ü âyetin sebebinden bahs ve lügat cihetinden kelâmın mevzuuna müteallik maddeye mübâşerettir. Te’vil ise: Âyetlerin sırlarını ve istar-ı kelimatı (kelimeler perdesini ve zarını) inceden inceye araştırmak ve âyetin mâna ihtimâllerinin birini tâyin etmekten ibarettir ki, muhtelif vecihlere muhtemel olan âyetler olur. Kur'anın anlaşılmasında birinci mertebe tenzil, ikinci mertebe te'vildir.Te'vil, bundan başka "rüya tâbir etmek" mânasına gelir ve "hoş kokulu bir nebat" adıdır. (Kamus Tercemesi)

İnkilâb eder : Dönüşür.

Malak : Manda yavrusu.