Korku bütün canlılarda, hayvanlarda ve insanlarda göz ve kulak yoluyla alınan hadise, ses, düşüncenin ruhta husule getirdiği bir refleks olarak târif edilebilir...
İlk defa idrak edilince hemen vücudda kimyasal, fizikî değişikliklere sebep olur...
Ani ölümden, şiddetine göre vuku’a gelebilir.
Bozukluklar, felç, dil tutulması, kendini kaybetme görülebilir...
Korkunun nüvesinde ölüm endişesi gizlidir.
Büyük facialara şâhid olmak da bu gibi hâlleri doğurur.
Korku hâli muayyen bir müddet zarfında kaybolursa da bazen ârızası uzvî ve aklî devamlı bozukluklara sebep olur.
Bir de her hangi bir mesuliyetin vereceği mânevî bir endişenin doğurduğu korku vardır ki bunun nüvesi:
Adâlet, Fazilet, Doğruluk, Namus gibi âli hislerin rencide olacağından duyulan korku vardır ki buna “Havf’ ismini veririz.
Mânevî bir bağın ve sevginin endişesinden menşe’’ini alır.
Korkuyu ilmî, tıbbî olarak izah etmek için evvelâ korkunun vücudda husule getirdiği kimyasal, fizikî ve fizyolojik arazları görelim:
Korktuğumuz an beyin hipofiz guddesine, bu da putuiter guddesini, o da böbrek üstü adrenal guddesini etkiler.
Adrenal guddeleri adrenalin denilen bir madde ifraz eder.
Adrenalin adale, kan damarları, deri, ter bezleri ve hazım organlarına tesir eder.
Kan damarlarının bazıları kasılır, bazıları ise daha çok kan almak için gevşer.
Kalbin atışı hızlanır.
Oksijene ihtiyaç arttığı için nefes sıklaşır.
Kan hazım organlarında azalır.
Adalelere gider.
Bedenin su muvazenesi bozulur.
Deride ter husule gelir.
Ağız kurur.
Bir anlık korku bütün vücud muvazenesine tesir eder.
Korku. Havf. Haşyet...
Acı, Dert, Izdırap, Felâket, Âfet, Kaza, Yaralanma, ölüm karşısında sızlanmak, bağırmak, ağlamak, en küçüğünden en ileri derecesine kadar olanlar isyan mıdır, korku mudur?
Hasta, yaralı, işkence gören, azdan çoğa kadar inler.
Tepinir. Bağırır.
Kimi isyan eder, kimi küfreder, kimi bağırır.
Kime karşı bunlar...
Yardım ister. Niçin?
Teselli arar. Niçin?
Çaresizlik içindedir diyelim. Neyin çâresizliğidir bu?..
Burada cevap insanı inkâra götürür.
Hepsi korkunun maddileşmesi ve acı seklinde görünüşü müdür acaba? Hayvanlarda bazılarında bağırma tepinme, saldırma, kaçma veyahut sessiz duyulmayan bir acı hâlinde olduğunu ifade eden, ancak gözle görülen, kulakla işitilmeyen hareket hâlinde “bağırma” diyelim ismine...
Elindeki tel raketle sineğe vurdu.
Sinek çırpınıyor, bu çırpınma bağırmadır amma duymuyoruz.
Böceğe ilâç sıktı, arka üstü çırpınıyor.
Bu da bağırmadır. Onu da duymuyoruz.
Hayvan kesildi, çırpınıyor, bağırma yok...
Bunların hepsi ölümle pençeleşiyor.
Amma ses çıkarmıyorlar.
Bağırıyorlar duymuyoruz.
Gözle görerek duyuyoruz o hâlde.
Birseye acımak, gözle görerek, kulakla işiterek, görmeden, işitmeden bu kitapda okuyarak bu acıyı duyarız...
Şimdi :
Dert, Izdırap, Acı, Yaralanma karşısında bağırmak isyan mıdır?
Yalvarış mıdır, küfretmek midir, hiddet midir, nedir ve neye karşı bunlar?..
Gözlerimizle ancak gördüğümüzle işitebildiğimiz, bunlara varlığını sessiz sözsüz kelimelerle vasıta olan Resûl’e gönderene karşı mıdır?
Bilmiyoruz.
Biliyoruz amma bilmek istemiyoruz...
Acı, dert, sevinçle;
Ağlamak, gülmek ile; iyilik, kötülükle karıştı birleşti.
İyi insanlar vardır.
Kötü insanlar da vardır.
Bugün bunlar birbirine karıştı.
Bugün iyi insanların son gittikleri yerlere yalnız gidiyorlar.
Evet mi? Hayır mı?
Ne evet. Ne hayır. Cevap veremiyoruz.
İnsan insandı. Hayvan hayvandı.
Bugün ne insan insan, ne hayvan hayvan.
Nedir bilmek istemiyoruz, istemeyeceğiz de.
Niçinlerini arama...
Herşey sonundadır.
Kendini oyalıyor.
Birşey söyleyeceğim.
Bu inanmak veya inanmamak meselesi değildir.
Ortada bilinen bir hadise vardır.
Ölmeden evvel bir insanı tartın, hemen öldükten sonra tartın.
Ağırlığı fazlalaşır.
Ruhun cesede baskısı ortadan kalkmıştır.
İnsanlar hiddetli hâllerde, adaleleri kasılmış zamanlarda kilo ağırlığı azalır.
Sakin oldukları zaman ağırdırlar.
Uyanık bir insan, uykuda iken ağırlığından daha azdır.
Saçma değil, hakikat bu.
Yukarıdan aşşağıya kuvvet sarfederek sür’ati artırarak taş at, kum üzerine:
Kumda yaptığı ize bak.
Bir de aynı yükseklikten kendi hâline bırakarak taşı at kumda açtığı iz daha büyüktür.
Bu iş karışıktır.
Münakaşa etme!
Gayeden ayrılır insan...
Bir kova suyu insanın başına dök!
Hava sıcaksa...
Bir kova toprağı dök kızar, amma başı yarılmaz.
İnsanın yaratıldığı su ile toprağı karıştır.
Kerpiç olsun başı yarar.
Burada kimyadan fizikden bahsetmeden düşün.
Bir ip ucu bulursun...
Burada “düşünmek” asıl sır, o düşünmede gizlidir.
Unutma!.
Bu saçma sapan lâflarla maddî ve mânevî ilim ile “sence güya”, senin cesedinle ruhunun arasındaki ahengi söylüyoruz.
Bu ahengi anlayanlar son gittikleri yerlere yalnız giderler unutma.
Çünki emniyetin menba”ından daima aldıkları hakiki emniyet içindedirler. Zira kendilerine emniyet verenle, kendi işlerinde birliktedirler.
Her yapacağın veya yaptığın veya yapmaya mecbur olduğun işlerde sevab ve günah arama. Kendi insaniyet ve ALLAH’ın verdiği kuvvete hakaret etmiş olursun...
Bazen bıçaklanmak, kaçmaktan hayırlıdır. Şereflidir.
Ve nihâyet kendi kendine acz ve mağlup olduğunu tasdik ve isbat etmiş olursun.
Korkma!..
Korku, mes’uliyet hissinden doğar.
Dünyada her yaratıkda korku kadrosuna girecek bir tavrı hareket vardır. Tek korkusuz yaratık “köpek balığı” dır.
Ölümden korkmaz.
Zira ölüm nedir bilmez...
17.8.1981
Araz : (Araz. C.) Arazlar, işaretler, nişanlar, alâmetler. * Tesadüfler. * Hastalık alâmetleri. * Kazalar, felâketler, musibetler.
Muvaze : Ölçmek. Denk olup olmadığını bilmek için tartmak, ölçmek. * Düşünmek. * İki şeyin vezince birbirine denk olması. Uygunluk.
Menba’ ’ : Kaynak. Nimetin veya herhangi bir şeyin çıktığı yer. Suyun çıktığı yer. Pınar.
Ölümden korkacak yaşı çoktan geçirdim...
ALLAH zâlim değildir.
Zâlimleri sevmez.
RAHMÂN, RAHÎMdir.
Rahmeti gazabını yenmiştir.
En büyük, dipsiz, sonsuz merhamet sahibidir.
Kulunu affetmek için bahane arar.
Cenneti vardır, cehennemi vardır.
Aynı zamanda:
Zü’l-İNTİKAM’dır. İntikam sahibidir.
Seriü’l- hesab’tır kelâmı o hâlde ne demektir.
Bu ALLAH sözlerini izah için iki cümle var aşağıda; onları anla sonra aşağısını oku.
Dilenci vardır:
Dilenci, ALLAH’ın “Er REZZÂK” olduğunu unutarak başkasına el açan demektir.
Sarhoş vardır:
O da el açar ama niçin?
Yaptığı işden, ALLAH’dan utandığı için başkasına el açıyor.
Bunu günlerce düşün, anlamaya savaş.
ALLAH, kelâmında:
“Zü’l- İNTİKAM” intikam sahibidir.”
Bu ne demektir?
ALLAH nasıl öç alıcı olur?
Kimin öcünü alır?
Neyin Öcünü alıyor?
Yarattığı maddî ve mânevî kanunların intizam, disiplin ve âdil bir şekilde işlemesini arzu buyurmuştur.
Maddî ve mânevî bir hadisenin tahammül hududu aşıldı mı, evvelce mevcud kanun icabı hemen tecellî eder.
Haksız bir hadisede “bize göre” maddî olsun, mânevî olsun yarattığı şeyin “o kanun” intikamını alır...
Yani o öyle değildir. Böyledir.
Bu o kanunun değişmez âdil olması dolayısıyladır.
Burada acımak mevzubahis değildir.
Hatta “Adâletin kestiği el acımaz” sözü maddî, kimyevî, fizikî, ve mânevî kanun icabı olduğununun küçük bir iradesidir.
Bundan dolayı Zü’l- INTİKAM’dır.
ALLAH, RAHMÂN ve RAHÎM’dir.
Hatta bir hadîsi kudsîde:
“Rahmetim, gazabımı eritir yok eder” buyrulur.
Seriü’l- hesab’tır:
Kanun hududuna gelindiğinde o kanun icabı hemen tecellî eder.
Herşey tahammülü hududunu aştı mı kanun icabı hesabı görülür.
Buradaki hesap tecellîsi demektir.
Benzine ateş gösterdi mi parlar.
Bu her iki maddenin yaradılışında değişmeyen kanun icabıdır.
Ve hemen tecellîsi de hesabıdır, neticesidir, sonudur demektir.
Aynı zamanda “hududu aşmayınız” emrini de hatırlatır...
Hiçbir şeyi hududu aştığı zaman yanına bırakmaz.
ALLAH’ın kanunu...
Bunlardan müstağreç şeriat kanununda, kısasa kısas.
Daha hiçe sayarak hududu aşmalarında :
Cezayı, hesabı, intikamı bildirdiği kulların kendilerine verdirir.
Bu neyin hesabıdır.
Kâinat kanunundaki intizam, adâlet olduğu için hemen o kanun icabı tecellî hemen olur.
“Sizin yardımcınız ALLAH’dır” buyruluyor.
“Yardımcınız Benim” denmiyor.
Niçin?..
Neye karşı yardımcıdır?
Sanki âyette başka bir yerden kullara:
“Sizin yardımcınız yalnız ALLAH’dır” buyruluyor.
“Yardımcınız yalnız benim” hitabı olursa:
“Kime karşı?” suali ortaya çıkar.
O zaman:
“Başka bir yerden gelecek âfet, dert, düşman için ben arkanızdayım, ona karşı ben koyarım!” mânâsı çıkar ki hâşâ, böyle şey olmaz...
Bu:
“Ben sizi yarattım, akıl irade verdim, nefis vererek serbest bıraktım.
Bu serbestiyet sırasında kâinatdaki kanunlar ki, maddî ve mânevî bunlar Sünnetullahdır. Bunlardan tevakki ve kaçmanız için sebep ve hududlar koydum.
Bunlar benim kanunlarımdır.
Onlar da sizin yardımcınızdır demektir.
Bundan dolayı yegâne yardımcınız onları koyan ALLAH’dır!” demek olur.
Mutlak hakikat ALLAH’dır.
Herşeyin HÂLİK’ ı O’dur.
Fakat herşey “O” değildir.
Yarı ormanlık, ıssız bir dağda dolaşıyordum.
Kurtla karşı karşıya geldim.
Kurda: “Sen beni istersen parçalayıp yersin!” dedim.
“Halbuki ben seni parçalasam etini yemem!” dedim.
“Evet!” dedi “Çok doğru bu söz...
Seni yemek bana helâl, çünki HAKK beni bu tabiatda yaratdı.
Sana da bu tabiat icabı etimi de haram etti.
Fakat aramızdaki büyük farkın sırrını, inceliğini biliyor musun?” dedi. “Biliyorum!” dedim... “Utanmamam için bunu söyleme!” dedim.
“Bu sır nedir bilir misiniz?..
Atma yook...
Öteden beriden toplama fikirlerle de söyleme yok.
Şimdi hemen düşünmeden hayır diyeceksin...
Utanmazsanız ben söyleyeyim.
Bazı utanmalar vardır, insan onu bildiği hâlde yapar.
Bazı utanmalar da vardır ki bilmediği hâlde yapar.
Bunlar da bilmediğin utanma kadrosundandır.
Merak ettiniz.
Zâten utanmayacaksınız...
Buna devam edeceksiniz...
O hâlde dinle:
İnek, koyun, insan yer mi, saldırır mı kurt gibi?..
Bin defa hayır.
Amma biz onlara saldırıp onu yiyiyoruz.
Şimdi...
Çekil söz söyleme!
Söylemek istediklerini ben de biliyorum.
İkimiz de susalım...
Bu utanmadan husule gelen yüz kızarmasını aynalar göstermez...
Gösteren ayna da vardır amma...
O aynayı insanlar çoktan kırdı...
Ondan ötürü bu utanmayı bilmiyoruz.
Unuttuk ve bundan dolayı da utanmıyoruz.
Aç kurt aslana bile saldırır.
Fakat kaçan kurtdan zarar gelmediğini de bilmek lâzımdır... ”
Kurt döndü köye bakarak ormana doğru yürüdü.
Ben de yere bakarak dağa doğru yürüdüm.
Birden bire kurt dönerek bağırdı: “Bana zâlim derler amma hiylem yoktur.
Fakat insanların çoğu zulümlerini hiyle ile örtmeye çalışırlar.
Aslında zâlimdirler.
Örtüleri hiyledir.
Fakat sözlerimi üzerine alma!..
Sen başkasın, ben de başkayım!..”
Kurtla nasıl anlaştık ben de şaşıyorum.
Hem de konuştuk...
Demişler ya:
“Fikir ve hiyle olmasaydı, kurtla kuzu birlikte yaşarlardı...”
Amma ne güzel konuştuk dertleştik...
“Benim seni parçalamamdan korkmadın mı?”
“Hayır” dedim.
“Ölümden korkacak yaşı çoktan geçirdim.
Saçlarımın bembeyaz olduğunu görmüyor musun?”
“Görüyorum” dedi.
“Ondan dolayı seninle konuştum” dedi kurt.
Şunu açıklayayım; bu kurt, küçük kurt değil, canavar dediğin kurt...
24.9.1984 Pazartesi
Menşe” : (Neş'et. den) Esas. Kök. Bir şeyin çıktığı, neş'et ettiği yer. Beslenip yetişilen yer. Tevakki : Çekinme, hazer etme, sakınma, korunma.